HIV virüsü bilinen tüm diğer virüslerin aksine insanın vücuduna genel olarak değil de sadece bağışıklık sistemine saldırır ve insanı öldüren de HIV’in kendisi değil bağışıklık sisteminin çökmesi sonucunda vücuda
yerleşip “meydanı boş bularak” normalde vereceğinden çok daha fazla zarar verebilen fırsatçı virüslerdir.
HIV İngilizce’deki Human Immunodeficiency Virus sözcüklerinin baş harflerinden oluşan bir sözcüktür ve “İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü” şeklinde çevrilebilir.
HIV’in beyne de yerleştiği söylenmektedir, ancak bunun olup olmadığı ya da hastalığın hangi aşamasında olduğuna dair çok net bir bilgi yoktur. Buna karşın HIV virüsü kapan hastaların çoğunun belirli bir süre sonra hafıza kaybı başta olmak üzere bunamayı anımsatan belirtiler göstermesi, virüsün özellikle de herhangi bir tedavi yöntemi uygulanmadığında bağışıklık sisteminin yanı sıra beyni de mesken tuttuğu tezini her geçen gün güçlendirmektedir.
HIV’in etkisiyle bağışıklık sisteminin hastalıklarla savaşacak antikorları üretmesini sağlayan hücreler her geçen gün azalır. Hücreler belli bir oranın altına düştüğündeyse vücut artık en ufak bir enfeksiyonla bile mücadele edemeyecek hale gelir ve hasta ancak salt ilaç tedavisiyle giderilebilen enfeksiyonları yenebilir. İlaçların değil sadece bağışıklık sisteminden gelen antikorların yenebildiği bazı virüslerin (grip ve bronşitin bazı türleri gibi) vücuda girmesi durumundaysa hasta ölür.
AIDS nedir?
AIDS, İngilizce’deki Acquired Immune Deficiency Syndrome sözcüklerinin baş harflerinden oluşan bir kısaltmadır ve kabaca “Edinsel Bağışıklık Yetmezliği Sendromu” olarak çevrilebilir. Teknik olarak, HIV bulaşan hastanın hastalık belirtileri gösterecek duruma gelmesi ve test sonucunda kanının HIV+ çıkması halinde kendisine AIDS teşhisi konur. Yani kısaca HIV virüsünü kapan ve bu virüs tarafından hastalanan kişi AIDS hastasıdır.
Nasıl bulaşır? Nasıl korunulur? Tedavisi var mıdır?
Aslında bu virüsün bulaşması sanıldığından çok daha zordur, ama “delikanlı adama birşey olmaz” diyen cahil kesmi korumak için her an her yerden HIV kapılabilir gibi lanse ettirilmektedir. “AIDS olma olasılığı bindiğin uçağın düşme olasılığıyla hemen hemen aynıdır” demek pek bilimsel olmamakla beraber aslında gerçeğe oldukça yakın bir varsayımdır.
Bulaşma yolları arasında cinsel ilişki en üst sırada yer alırken, bunun bir numaralı nedeni aslında diğer bulaşma yollarının cinsel ilişkiye göre çok daha az karşılaşılan olgular olmasıdır.
Virüsün “kesin bulaşır” denilebileceği tek durum kan naklidir. HIV+ olan bir kanı alan hastanın virüsü kapmaması teknik olarak imkânsıza yakındır. En yaygın bulaşma yolu olan cinsel ilişkideyse sağlıklı bir erkeğin hastalıklı bir kadından virüsü kapma olasılığı aslında %2′nin üzerinde değildir. Tabi ki hesap bu kadar basit olmadığı için dikkatli olmakta sonsuz yarar vardır. Zira şu akılda bulundurulmalıdır ki, söz konusu %2 sizin karşınıza ilk seferinde de çıkabilir.
Hastalığın en yaygın bulaşma yolunun vajinal cinsel ilişki olmasının bir numaralı nedeni gayet basit biçimde insanların çoğunun heteroseksüel olmasıdır. Eşcinsel ilişkide virüsün daha kolay bulaşmasının nedeniyse anüsteki damarların son derece hassas olması ve ilişki sırasında kolaylıkla çatlayıp kan açığa çıkarmasıdır.
HIV virüsü vücut salgılarında bulunur. Kan, sperm, vajinal salgılar, tükürük, ter, gözyaşı, virüsü barındırabilecek bileşimlerdir. Ancak bunlardan sperm, kan ve vajinal salgılar dışındakilerle virüsün bulaşıp bulaşmadığına dair kesin bir bilgi yoktur. Genel inanışa göre bu üçü dışındaki salgılardaki virüs sayısı son derece düşük olacağından bunlarla virüs bulaşmaz, virüsün öpüşmeyle bulaşmamasının nedeni de budur. Ki bu da tartışmaya açık bir konu olmaya devam etmektedir.
Anüste ilişki sırasında kanama olması halinde gerek aktif gerekse pasif partner risk altındadır, çünkü diğer tarafın kanında olması muhtemel bir virüs her an geçebilir. Buna karşın pasif partner her zaman için daha yüksek risk altındadır, çünkü temas yüzeyi daha fazladır. Anüsün ve vajinanın organla temas eden tüm yüzeyi mukoza esaslı olduğu için virüsü direk olarak kapma olasılığı yüksektir, erkek organındaysa baş kısmı dışında hiç bir bölümde risk bu kadar yüksek olmamakla beraber organda olabilecek kılcal kesikler bile virüsü kapma riskini kat kat arttırır. Gözle görülemeyecek kesikleri HIV virüsü görüp geçiş yolu olarak kullanabilir. Ancak virüs lateks bir engeli aşamaz, o yüzden prezervatif kullanımı, organda ne kadar çatlak olursa olsun her iki partneri de korur. Erkeklerin yanı sıra kadınlar da iç prezervatif kullanarak virüsten korunabilirler.
Birden fazla partneri olan kişilere, özellikle de kadınlara, kesinlikle bu şekilde korunmaları tavsiye edilir. Virüsün oral seksle bulaşma olasılığıysa standart ilişkiye çok düşük olmakla birlikte mevcuttur. Oral ilişkide ağzında yara ve kesikler olan partnerin virüsü kapması olasıdır, bu nedenle bu tür ilişkide de prezervatif kullanılması özellikle partnerlerden biri diğerinden emin olmadığında son derece mantıklıdır.
Virüsün diğer bulaşma yolları ortak şırınga kullanımı ve kan naklidir. Hasta kanın sağlıklı insanın kanıyla temas edeceği her durum potansiyel risk taşır. Berber ve dişçiden de virüsün geçme olasılığı vardır, bu yüzden berberin kullandığı kesici aletlerin tek kullanımlık olması, diş hekimininse maksimum hijyen şartları altında faaliyet göstermesi esastır. HIV, virüsü taşıyan insanla tokalaşmakla, aynı yatağa yatmakla, aynı koltuğa oturmakla, aynı bardaktan su içmekle, aynı tabaktan yemekle bulaşmaz, bu nedenle hastaların günlük yaşamdan tecrit edilmesine gerek yoktur.
Her türlü cinsel ilişkide prezervatif kullanımı, tek eşlilik, dişçi ve berberlerin hijyeni, kan nakillerinde kanın hatasız şekilde kontrolden geçirilmesi gibi parametreler izlendikçe hastalığın yayılması zorlaşacaktır. Uyuşturucu için olsun başka bir sebepten olsun şırıngayla vücuduna sıvı enjekte eden kişilerin kesinlikle başkalarının kullandığı şırıngaları kullanmaması gereklidir. Zira kullanılan şırıngayı başkası kullanmışsa ve o kişi HIV+ ise, şırıngayı kullanan diğer kişilere de virüsün bulaşması ürkütücü boyutta yüksek bir olasılıktır.
Her ne kadar HIV virüsünün bilinen etkili tedavi yöntemleri olsa da bunların çoğu hastanın yaşam kalitesini yükseltmeye ve ömrünü biraz uzatmaya yöneliktir.
AIDS olan hastaların ezici çoğunluğu yaşamlarının son dönemini hastane yatağında perişan şekilde geçirerek ölürler. Bu nedenle tedaviyi düşünmeden önce korunmak esastır. Hastalığı kapan kişinin kurtulması sıfıra yakın bir olasılık olduğundan öncelikle hastalığa yakalanmamaya özen gösterilmelidir.
AZT ve birkaç bilinen tedavi yöntemi hastalığa yakalananların yaşam süresini ve yaşam kalitesini kayda değer şekilde yükseltmektedir ancak bu tedavi yöntemleri de genellikle ayda 1000 Dolar ve üzerinde maliyetleri olan ve şiddetli yan etkileriyle kanser tedavisini aratmayan yöntemlerdir.
Şüpheli bir ilişki veya kan naklinden, kısacası virüsle temas etmiş olma olasılığınızın yüksek olduğunu düşündüğünüz bir durumda profilaksi adı verilen bir tedavi yöntemi uygulanır. Bu tedaviye virüsle temas edildikten hemen sonra başlanmalı ve doktorun önerisine göre en az 72 saat (tavsiye edilen 1 ay ve üzeri) boyunca devam edilmelidir.
Profilaksi vücuda aşırı yoğun antibiyotik verilmesi ve virüsün sersemletilerek çoğalmasının önlenmesi esasını taşır. Şu ana kadar bilinen en etkili tedavi yöntemi olmakla ve hastalığa yakalananların önemli bir kısmının kanında virüse bir süre sonra rastlanmamasını sağlamakla birlikte, bu yöntem de son derece yorucu ve masraflıdır ve ara vermeden devam edilmesi, devam edilirken de sürekli test yapılması gereklidir. Ne yazık ki bu yöntemle bile hastalıktan korunulması genellikle mümkün olmamaktadır, o yüzden tıptaki olası gelişmeleri ve hali hazırda bulunan bunun gibi yöntemleri de hesaba katmadan her halükârda virüsten korunmak en akıllı yöntemdir.
Hastalığın belirtileri nelerdir? Kesin olarak hasta olup olmadığımı nasıl anlarım?
AIDS’in belirtileri bir çok hastalıkla karıştırılabileceği ve en sonunda somatorom denilen (hastalık hastası) durumu ortaya çıkarabileceği için son derece dikkatle incelenmeli ve en ufak bir kuşkuda doktorculuk oynamak yerine test yaptırılmalıdır.
Aşağıdaki belirtiler AIDS’in belirtileri olarak bilinir, ancak şüphelenilen durumlarda genellikle psikolojik olarak tüm belirtiler ortaya çıkacağından hemen test yaptırıp boş endişelere kapılmamak en iyisidir. Bu belirtilerin birkaç tanesi bir anda varsa, AIDS olma olasılığınız herhangi bir başka kişiden daha yüksektir:
- Hiç bir tedaviye cevap vermeyen sürekli kuru öksürük
- Ağızda çıkan ve yine hiç bir şekilde geçmeyen aftlar
- Tekrarlayan ya da çok uzun süreyle (2 haftadan fazla) devam eden ishal
- Hızlı ve sürekli kilo kaybı
- Zaman zaman iştahsızlık ile birlikte seyreden sürekli yorgunluk hali
- Nedensiz gece terlemeleri
- Sırt başta olmak üzere deride çıkan ve çok uzun süre geçmeyen pembe sert başlı irice yaralar (Bunların olması ve geçmemesi genelde bağışıklık sistemiyle ilgili bir sorununuz olduğunu belirtir, ancak bu basit bir alerjiden AIDS’e kadar her şey olabilir ve genellikle AIDS değildir. Egzama için AIDS korkusu taşımayın!)
- Nedensiz gece terlemeleri
- Koltuk altında ve boyunda çıkan ve inmeyen bezeler
- Nefes darlığı
Bu belirtileri gösteriyorsanız bir test yaptırmanız tavsiye edilir. Eczanelerden alınan testlerde yalancı negatif ve yalancı pozitif sonuçlara sık rastlandığından Eliza adı verilen testi yaptırmanız önerilir. Ancak bu test virüsün kendisini değil vücudun ona karşı ortaya çıkardığı antikorları arar, bu antikorların çıkması da bünyeden bünyeye değişmekle birlikte tipik olarak 3 ay ile 1 yıl arasında alır. Yani virüs olsa bile en az 6 ay geçmeden yaptırılan bir test temiz sonuç verebilir.
Alternatif olarak PCR testi bulunur, bu testin değil yöntemin adıdır. PCR testi antikoru değil virüsün kendisini arar. Virüslerin çoğalma hızı bünyeye göre değişebilir, ancak HIV virüsü vücuda girdikten genellikle 3 hafta sonra PCR testlerinde kendini gösterir. Bu süre ender olarak 2 ayı bulabilir. Yani virüsü kapmış olmaktan korktuğunuz andan 3-4 ay sonra yaptırılmış bir PCR testinde sonuç temiz çıktıysa çok büyük bir olasılıkla HIV virüsü taşımıyorsunuz denilebilir. Bu test ne yazık ki çok az yerde yapılmaktadır ve ücreti oldukça yüksektir. Ancak emin olmanın tek yolu da odur.
Öte yandan, yukarıdaki belirtileri görürseniz öncelikle daha ucuz olan Eliza testini yaptırmanız önerilir, zira söz konusu belirtiler virüs bulaştıktan en az 2-3 yıl sonra ortaya çıkar. Eliza testinin doğruluk oranı %98 olarak saptanmıştır. HIV+ gösteren bir Eliza testi sonucu alındığında bu PCR testiyle doğrulanır ve PCR testi temiz çıkıyorsa Eliza testine itibar edilmez, hasta AIDS değildir. Temiz çıkan Eliza testiyse hemen hemen her zaman doğrudur, zira yalancı pozitiflik yalancı negatiflikten çok daha fazla rastlanılan bir durumdur.
Hayvanlardan bulaştığı doğru mudur? Kaç yılda kendini gösterir? Hastalanan kaç yıl yaşar? AIDS olan herkes ölür mü?
Hastalığın ilk olarak Afrika’da mantolu maymun denilen hayvanla cinsel ilişkiye giren sapık Avrupalı misyonerlerden yayıldığı yaygın bir inanış olmakla birlikte kesin bir kanıtı ya da karşı tezi yoktur. Mantolu maymun başta olmak üzere çoğu maymun cinsinin bu virüsü taşıdığı ancak seropozitif olmasına rağmen hastalanmadığı bilinmektedir, ama ne yazık ki konuyla ilgili elde edilmiş en derin bilgi de budur.
İnsandaki AIDS’e benzeyen ve aynı şeklide seyreden tek hayvan hastalığı kedilerde görülen FIV (Feline Immunodeficiency Virus) olmakla birlikte, yapılan çalışmalarda bu hastalığın kediden insana geçmediği ve insanları etkilemediği saptanmıştır.
HIV virüsünün her bünyedeki seyri farklıdır. Çoğu insanda belirtiler 3 yıldan önce çıkmaz, hatta bazı insanlarda bu sürenin 15 yılı bulduğu görülür. Hastalanan kişinin ömrü de virüsü kaptıktan sonra 10 ila 25 yıl arasında değişebilir. Bu süre AZT ve benzeri ilaç kokteyli tedavileriyle uzatılabilir ve hastanın ölümcül duruma gelene kadarki yaşamı büyük ölçüde normal bir insanınkinden farksız seyreder. Ancak şu akılda bulundurulmalıdır ki bu tedavilerin hiç biri ömrü uzatmaktan ve yaşam kalitesini arttırmaktan öteye gitmez ve HIV virüsünü kapan insanların %99′undan fazlası virüsün bağışıklık sistemini çökertmesi sonucu vücudu etkisi altına alan fırsatçı virüslerin yarattığı komplikasyonlar sonucu ölür.
Ölmeyen %1 ise seropozitif denilen, virüsü taşımasına karşın hastalanmayan ancak bulaştırabilen kişilerdir. Virüse karşı bağışıklığı olan bu kişilerin esrarı henüz tam anlamıyla çözülememiştir, ancak virüse karşı koruyan geni aktarmak üzerine çalışmalar sürmektedir. Bu kişilerle cinsel ilişkiye girmek ya da bunlardan kan almak virüsü kapmaya sebep olur, o yüzden sağlıklı görünüşlerine aldanmamak ve onları tecrit etmemenin yanında bu tür konulara da özen göstermek gerekir.
Ayrıca bu şekilde virüs taşıyan bir kadın da genel olarak doğurduğu bebeğine virüsü bulaştırır. Bu şekilde virüsü taşıyıp da hastalanmamayı sağlayan gen Türkiye’de az kişide bulunmaktadır, bilinmeyen bir nedenle Kuzey Avrupa ırklarında bu gene ve zencilerde de aynı işi gören bir başka gene nisbeten sık rastlanmaktadır. Bu kişilerin kendi yaşamı sağlıklı bir insandan farksız seyreder, ancak virüs bulaştırma potansiyelleri AIDS’ten ölmek üzere olan bir hastadan sadece biraz daha düşüktür.
Hasta olan biri nelere dikkat etmelidir? Diğer hastalıklar HIV bulaşmasını kolaylaştırır mı?
Virüsü taşıyan ve hastalanan bir kişinin derhal tedaviye başlaması ömrünü uzatacak ve kalan yıllarının bir kısmını “kaliteli” bir şekilde yaşamasını sağlayacaktır. Tedaviye ne kadar erken başlanırsa hastanın ömrü o kadar uzadığı gibi, sağlıklı bir insandan farksız kalitede yaşayacağı yılların sayısı da artar.
AIDS olan bir hastanın kesinlikle alkol kullanmaması ve zaten kötü durumunda olan bağışıklık sistemini iyice çökertecek her türlü benzeri maddeden kaçınması gereklidir. Tabi ki en önemlisi soğuk algınlığından kansere kadar hiç bir hastalığa yakalanmamak için azami çabayı göstermektir, zira HIV+ hastası olan bir kişide her türlü hastalık normalin birkaç katı daha şiddetli seyredecek ve normal insanı yatağa bile düşürmeyecek basit bir virüs bile AIDS hastasının hayatını tehdit edecektir.
Ayrıca “battı balık yan gider” mantığından kaçınmalı ve hastalık taşıyan kişilerle cinsel ilişkiye girilmemelidir. Tıp dilinde reenfekte olmak denilen bu durum kandaki virüs sayısını bir anda yükselteceği için hastanın ömründen çalacaktır.
Cinsel hastalıkların çoğu cinsel organlarda yaralar çıkardığından ve dolayısıyla mukozaya dışarıdan teması kolaylaştırdığından HIV kapılmasını kolaylaştırır.
Frengi, bel soğukluğu, herpes, klamidya gibi hastalıklar taşıyanların tedavi olmadan kesinlikle cinsel ilişkiye girmemesi gerekir. Zira diğer partnerin HIV virüsünü taşıyor olması halinde yukarıda adı geçen cinsel hastalıkların cinsel organda çıkardığı yaralar virüsün geçme olasılığını kat kat arttıracaktır. Kadın erkek herkesin bu konuya özen göstermesi, hastalığın yayılmasına kayda değer bir darbe vuracaktır.
Ayrıca hayat kadınlarıyla ve travestilerle para karşılığı ilişkiye girenlerin gerek kendilerini gerekse ilişkiye girdikleri kişileri (ve tabi ki varsa eşlerini) büyük riske attıklarının bilincine vararak yukarıda bahsi geçen konuya ve prezervatif kullanımına maksimum özeni göstermeleri gerekmektedir.
Ayrıca bir erkek AIDS olduysa eşcinsel, bir kadın da fahişe diye damgalanmamalıdır. Zira bunlarla ilgisi olmayan insanlar da hastalığı kapabileceği gibi, öyle biri bile olsa düştüğü durumda aşağılanmaya değil desteğe ihtiyacı olduğunu akılda bulundurmak gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder