Anne-ve-Cocuk-Sagligi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anne-ve-Cocuk-Sagligi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi

Çocuk Gelişiminde Kardeşler Anne Baba Kadar Önemli

Çocuk gelişiminde kardeşlerin de anne-baba kadar önemli olduğu bildirildi.
Amerikalı bilim adamlarının yaptığı araştırma, çocukların anne ve babalarından olduğu kadar kız ya da erkek kardeşlerinden çok şey öğrenebileceklerini, bu nedenle kardeşlerin çocuk gelişimi üzerindeki öneminin hafife alınmaması gerektiğini ortaya koydu.
İngiliz Daily Telegraph gazetesinde yayımlanan araştırmaya göre ebeveynler, sosyal kurallar hakkında çocukları üzerinde daha etkili olurken, kardeşler "sokakta" davranış biçimi konusunda rol oynuyor.
Kardeşlerden öğrenilenler arasında okulda ve arkadaş çevresinde nasıl davranılması gerektiği konusu ön sırada yer alırken, küçüklerin büyüklerden sigara ve alkol gibi kötü alışkanlıkları edinme ihtimali de bulunuyor.

Illinois Üniversitesiden profesör Laurie Kramer, çocukların günün büyük bölümünü geçireceği sosyal çevreye daha yakın olmaları nedeniyle kardeşlerin çocuk gelişimine katkılarının gözden kaçırılmaması gerektiğinin altını çizdi. Kramer, ebeveynlerin yapabileceği en önemli işlerden birinin, en başından kardeşler arasında dayanışmayı artırmaya yardım etmek olduğunu kaydetti.

Ailenin İlgisi Lösemide Daha Önemli

Selçuk Üniversitesi (SÜ) Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Pediatrik Hematoloji Bölüm Dalı Başkanı Prof. Dr. Ümran Çalışkan, lösemi (kan kanseri) hastası çocuğun hastalığı kabullenmesi, tedaviye uyumu ve sosyal ilişkilerinin iyi olması için aile desteğine ihtiyacı olduğunu vurguladı.
Prof. Dr. Ümran Çalışkan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çocukluk çağı lösemisinin ailenin her ferdini etkileyen bir hastalık olduğunu bildirdi.
Aile bireylerinden birine lösemi tanısı konulması halinde diğer aile bireylerinin birbirine kenetlemesi gerektiğini ifade eden Çalışkan, şunları kaydetti:

''Lösemi hastası çocuğa sahip ailelerin önce hastalığı kendileri kabullenmeli. Bu durum ne kadar iyi olursa çocuğun hastalığı kabullenmesi, tedaviye uyumu ve sosyal ilişkileri o kadar iyi olur. Tedavi sürecinde anne ve babada stres ve davranış problemleri varsa benzer şeylerin çocukta da görülmesi, çocuğun aileden etkilenerek ümitsizliğe kapılması ve tedaviye olumlu yanıt vermemesi mümkündür. Çocuklar ailelerinin davranışlarını taklit ederler. Hastalığı kabullenemeyen çocukların, tedaviye olumlu yanıt veremedikleri ve hayatlarını kaybettiklerini gördük. Ailenin tedavi sürecinde çocuklarının yanında bulunması oldukça önemlidir.''
Prof. Dr. Çalışkan, tedavi sürecinde çocuğun dikkatinin başka yöne çekilmeye çalışılarak çocuğun stresinin en aza indirgenmesi gerektiğini belirterek, ''Aile çocuğa şefkatini göstermeli ve onun hoşlandığı şeyleri yapmaya gayret etmeli. Çünkü ufacık bir ayrıntı onu hayata bağlayabilir. Çocuğa üzüntü, keder hissettirilmemeli'' diye konuştu. (AA)

Salı

Boğaz ve Kulak Enfeksiyonunda Havale Riski

Ateşli havale ya da buna bağlı gelişen ateş yükselmesinin daha çok üst solunum yolu enfeksiyonlarında izlendiği belirtildi.

Boğaz ve kulak enfeksiyonlarının görüldüğü üst solunum yolu enfeksiyonlarının, ateşli havale ya da buna bağlı gelişen nöbetlere yol açabileceği belirtildi.

Uzmanlar, havale öncesi gelişme geriliği olan çocuklarda havalelerin daha sık ve uzun süreli olabileceği, nöbetlerde bilinç kaybı, gözlerde kayma, morarma, kasılma ve gevşemelerin görülebileceği uyarısında bulundu.

Gazi Üniversitesi (GÜ) Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ayşe Serdaroğlu, yaptığı açıklamada, 38 derecenin üstünün yüksek ateş olarak kabul edildiğini ve 39 derecenin üzerine çıkan yüksek ateşin de ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceğini söyledi.

Kişide bilinç ve davranış değişikliğinin tıpta ’’Havale’’, enfeksiyon sırasında ateşli dönemlerde görülmesi halinde ise ’’Ateşli havale’’ olarak tanımlandığını anlatan Serdaroğlu, ’’Ateş, havaleden önce mevcut olabildiği gibi havale sırasında ya da havaleden sonra da görülebilir. Genellikle süt çocukluğu ve oyun çocukluğu döneminde, başka bir deyişle 5 ay-5 yaş arasında görülür’’ dedi.

Serdaroğlu, ateşli havale ya da buna bağlı gelişen ateş yükselmesinin (nöbetler), daha çok üst solunum yolu enfeksiyonlarında izlendiğini belirterek, ’’Örneğin, boğaz ve kulak enfeksiyonlarında görülür. Daha az sıklıkla idrar yolu ve bağırsak enfeksiyonlarında izlenir. Ateşli havalelerin yaklaşık yüzde 95’i enfeksiyonun ilk 24 saatinde görülür. Çocuk, 5-10 gün ateşli olabilir ancak havale riski 1-2 gündür’’ diye konuştu.

GÜ Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Serdaroğlu, karmaşık nöbetler varlığında yani düşük ısıda havale geçirilmesi, ailede epilepsi varlığı, beyin elektrosunun anormal olması, çocuğun zihinsel ve motor gelişiminin geri olması, nöbetin 15 dakikadan uzun sürmesi, vücudunun yarısında nöbet aktivitesinin olmasının önemli risk faktörleri olduğunu vurgulayarak, ’’Risk faktörleri çoğaldıkça epilepsi riski de artmaktadır. Eğer risk faktörleri çok ise birkaç yıl sonra ateşsiz nöbetler yani epilepsi gelişebilir’’ uyarısında bulundu.

Ateşli havalelerin beşte birinin genetik olduğunu anlatan Serdaroğlu, çocukların yakın akrabalarında ateşli havale öyküsü aranması gerektiğini ve karmaşık tipli ateşli havale geçiren çocuklarda beyin elektrosu (EEG) çekilmesinin uygun olduğunu bildirdi.

Ayşe Serdaroğlu, çocukların Sağlık Bakanlığı aşı takviminde yer alan tüm aşıları yaptırmaları gerektiğine de işaret ederek, ailelere çocuklarını enfeksiyondan korumaları ve enfeksiyon durumunda gerekli tedavinin verilmesini sağlamaları, havale durumunda çocuğun yan yatırılması, giysilerinin çıkarılarak ateşinin düşürülmeye çalışılması, ağzı açıksa dişlerinin arasına bir bez parçası konularak çocuğun dilini ısırmasının önlenmeleri yönünde tavsiyede bulundu.

Çarşamba

Mutlu bebekler için 5 ipucu

Sizin için çok değerli bir varlık olan ve hayatınıza ayrı bir renk, farklı bir tat getiren bebeğinizi mutlu etmenin yollarını biliyor musunuz? İşte uzmanların mutlu bebek için tavsiye ettikleri 5 ipucu…

1. Bebeğinizle birlikte oyun oynamak onun için en büyük mutluluktur. Onunla içinizden geldiği gibi oyun oynayabilirsiniz. Bu hem sizi hem de onu son derece mutlu eder. Onu günlük yaşamınızın içine katabilir, birlikte alışverişe çıkabilir, pusetiyle gezdirebilirsiniz. Sizin rahat ve sakin olmanız bebeğinize de yansır. Yumuşak, parlak renkli oyuncaklar onların mutlu olmalarını sağlar.


2. Banyo saatleri bebekler için rahatlatıcı ve eğlenceli olabilir. Ancak bazı bebekler banyodan korktukları için sorun çıkarabilir. Oysa uzmanlar bunun anneden kaynaklanabileceği görüşünde. Anne bebeğini yıkamaktan korkuyor olabilir, sinirli hali bebeğe yansıyabilir. Olaya sakin yaklaşırsanız hem bebeğiniz hem de siz banyo saatlerinden keyif alabilirsiniz.

3. Uyku bebeğin beslenmekten sonra ikinci önemli ihtiyacıdır. Uykusu gelen bir bebek huzursuzluğuyla bunu belli eder. Yorulup uykusu gelen bebeğinizi hemen uyutmaya çalışmak en iyisidir. Büyüdükçe yanına sevdiği bir oyuncağını alıp yatmaktan hoşlanan bebeğiniz, oyuncağını alıp yanınıza geldiyse uyumak istiyor olabilir. Mesajı doğru alırsanız onu mutlu edersiniz.

4. Anneler bebeklerinin sevdikleri yiyecekleri bilirler. Zaten bebekler sevdikleri gıdaları kabul edip sevmediklerini reddeder. Yemek konusunda onu zorlamaz, onunla işbirliği yaparsanız yemek saatleri “mutlu saatler” e dönüşür.

5. Bebeğiniz ilk aylardan itibaren sizin ilginize muhtaçtır. Birlikte geçirdiğiniz dakikalarda ona söyleyeceğiniz sevgi dolu cümlelere cevap veremese bile bu diyalog onu mutlu eder. Onunla konuşurken ara verip size kendince cevap vermesini bekleyin. Bir bakışla, bir gülücükle mutlaka size cevap verecektir.

Perşembe

Emzirme Hakkında Yararlı Bilgiler

  • Bebeklerin normal büyüme ve gelişmelerini sağlayan en uygun besin anne sütüdür. İçeriği sabit olmayıp çocuğun yaşına, fizyolojik durumuna uygun bir değişim gösterir. Dolayısıyla her annenin sütü kendi bebeği için en ideal olanıdır. Bu özelliklerinden dolayı da hiçbir mama anne sütünün yerini tutamaz. 
  • Anne sütü verilmesinde herhangi bir engel yoksa ilk 6 ay sadece anne sütü verilmelidir. Anne sütü ilk 6 ay tek başına yeterli bir besindir ve diğer gerekli besinleri de alması şartıyla 1–2 yıl devam ettirilebilir. 
  • Anne sütü bebeklerin normal büyümesi ve gelişimini sağlayacak en ideal yapıdadır.
  • Hiçbir yiyecek ve içecek anne sütünün yerini tutamaz.
  • Anne sütü temizdir ve bebek için en uygun sıcaklıktadır.

  • Anne sütünün sindirimi daha kolaydır. Çok zengin gıda içeriğine rağmen, bebeklerin hassas sindirim sistemlerine uygunluk gösterir. 
  • Anne sütü hastalıklardan koruyucudur. Anne sütü ile beslenen bebeklerde ishal, alerjik hastalıklar, solunum yolu hastalıkları daha az görülür. 
  • Anne sütü bağışıklık ile ilgili maddeler içerir ve bebeğin bağışıklık sisteminin gelişimini kolaylaştırır. 
  • Anne sütü ile beslenen bebeklerde şeker hastalığı, astım, obezite, koroner kalp hastalıkları gibi kronik hastalıkların oluşma riskinin daha az olduğu görülmüştür. 
  • Anne sütü ile beslenme bebeğin ruhsal, bedensel ve zekâ gelişimine yardımcı olur.
  • Emzirme bebeğin diş ve çene sağlığı için yararlıdır.
  • Anne sütü alan bebeklerde barsak hastalıkları ve kulak enfeksiyonları riski daha az olur. 
  • Anne sütü ekonomiktir. 
  • Anne sütü bebek için doğal bir sakinleştiricidir. 
  • İlk 6 ay içerisinde bebeklere anne sütü dışında su dâhil hiçbir ek gıda verilmesine gerek yoktur. (doktorunuz önermedikçe)
  • Anne sütü tüm organ ve sistemlerin büyümesini düzenleyen büyüme faktörü içerir.
Emme işlemi çocuğun psiko-sosyal gelişimine katkıda bulunmakta, anne ile bebek arasındaki olumlu ruhsal iletişime ve bebeğin duygusal gereksinimlerin karşılanmasına yardımcı olmaktadır.

Bebeğinize İlk 6 Ay Sadece Anne Sütü Verin

Acıbadem Sağlık Grubu, Sağlık Bakanlığı´nın bebeklerin ilk 6 ay sadece anne sütüyle beslenmesi yönündeki politikalarını destekliyor. Bebeklerin bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi, hastalıklara karşı koruma kalkanının oluşturulması için anne sütünde, başka hiçbir besinde olmayan özel maddeler bulunuyor.
Acıbadem Sağlık Grubu hekimleri, 1–7 Ekim Emzirme Haftası nedeni ile anneleri, bebeğin sağlığı için çok gerekli bir besin olan anne sütünün faydaları hakkında bilgilendirdi:

  • Bebeğin vücut ve ruh sağlığı için en uygun besin, annenin kendi sütüdür. 
  • Emzirmenin doğumdan hemen sonra başlatılması ve sık emzirme ile süt yapımı kolaylaşır. 
  • Erken emzirme ile annede doğum sonu kanamalar çabuk kesilir, memelerde şişme ve iltihaplanma olmaz, loğusalık kolaylaşır. 
  • Anne sütü ile beslenen bebeğin, D vitamini dışında su dahil hiç bir ek sıvıya, ek besine, vitamine gereksinimi yoktur. 
  • Bebeğe ek sıvı ya da besinlerin verilmesi, annenin süt yapımını azaltır. 
  • İlk 6 ay yalnız anne sütü ile beslenen bebekler sağlıklı büyür ve gelişirler. Başta ishal olmak üzere, mikroplu hastalıklara yakalanmazlar, bebeklik döneminden sonra daha az hastalanırlar. 
  • Annenin bebeğini emzirmesi ile anne bebek ilişkisi güçlenir, annenin bebeğini benimsemesi, bebeğin sağlıklı bir kişilik kazanması kolaylaşır.  Ayrıca, anne sütü bebek ile anne arasında özel sevgi bağı kurulmasını sağlar.
  • Anne sütü alan bebeklerde karın ağrısı ve kabızlık daha az görülür. Emziren annenin doğum sonu kanaması daha az olur.
  • Anne sütü alan bebekler diğer besinler ile beslenen bebeklerden daha zeki olurlar.  
  • Sağlıklı her anne bebeği için yeterli süt üretebilir.
ANNE SÜTÜNÜN ÖZELLİKLERİ
Doğumdan sonra gelen sarı süte ağız / klostrum denir. Bebeği hastalıklardan korur. İlk sütün miktarı az olmasına karşın ilk günlerde bebeğin beslenmesi ve bağırsakların çalışması için yeterlidir.

Anne sütü bebeğin beslenmesi için ideal besindir. 
Anne sütü en doğal ve taze besindir. 
Anne sütü her zaman temiz ve mikropsuzdur. 
Anne sütü daima hazırdır, ekonomiktir. 
Anne sütü tamamıyla ve kolaylıkla sindirilir. 
 
SÜT YAPIMI NASIL BAŞLAR?
Memedeki süt yapımını sağlayan madde annenin beyninden salgılanan prolaktin adlı bir hormondur. Gebeliğin sonlanması ile vücuttaki gebelik hormonları azalır ve prolaktin salgılayan bezler uyarılır. Prolaktin salgısı doğumdan sonra bazı annelerde hemen, bazılarında 4 gün içinde artmaya başlar.
Kan damarları, memede süt yapımı için gereken maddeleri süt hücrelerine taşır. Prolaktin etkisiyle memeler sütle dolar. Bu sürede memede kan damarları daha çok kan taşır ve memeler sıcak ve sert olur. Süt akmaya başlayınca ve bebek emmeyi öğrendikçe memedeki gerginlik azalır, anne de rahatlar.                          
                                                    
ANNE SÜTÜNÜN GÖRÜNÜMÜ NASILDIR?
İlk sütün sarımtırak renkte olmasına karşın olgun süt, beyaz ve inek sütünden daha sulu görünümdedir, rengi mavimsi bile olabilir. Bebek büyüdükçe anne sütünün rengi değişir. Bunun nedeni bebek büyüdükçe ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde sütün içeriğinin değişmesidir.

SÜT MEMEDEN NASIL AKAR?
Süt yapılır yapılmaz memeden dışarı salınmaz, süt akması için bebeğin emmesi gerekmektedir. Bebeğin etkin emmesi için memeye iyi yerleştirilmesi ve memeyi iyi kavraması çok önemlidir. Bebek emerken, meme başındaki sinirlerden, başka uyarılar da çıkar ve bu uyarılarla annenin beyninin başka bir bölümünden oksitosin adlı bir diğer hormon salgılanır.

Oksitosin süt adacıklarının etrafındaki küçük kasları etkiler. Bu etki ile kaslar kasılır ve süt, süt adacıklarından meme başındaki kanallara taşınır. Bebeğin emmesi ile meme ucunda bulunan 10-15 delikten süt dışarıya akar. Her iki meme aynı anda çalışır. Bebek bir memeden emerken, diğer memeden süt damlayabilir.

Bebek emmeye başladığında, ilk önce meme başının hemen arkasında bulunan süt havuzundaki birikmiş sütü alır. Bu süt hemen tükenir. Süt akımının devamı için oksitosin salgısının uyarılması gereklidir.

Memede süt yapımı ve yapılan sütün meme ucuna ulaşması bebeğin her iki hormonun yapımını uyaracak kadar kuvvetli ve etkin emmesi ile gerçekleşir. Bunun için bebeğin sık aralıklarla ve uygun bir biçimde memeye yerleştirilmesi ve bebeğinde meme başını iyice kavraması gerekir.

EMZİRME SIRASINDA SÜT AKIMININ DEVAMLILIĞI NASIL SAĞLANIR?
Bazı annelerin sütleri bebek emmeye tutulur tutulmaz akmaya başlar. Emzirmeyi düşünmek bile beyni uyararak sütün akmasına neden olur.
  • Kuvvetli emme ile annenin beynine uyarılar gider.  
  • Oksitosin salgılanarak memeye ulaşır ve süt akımı başlar. 
SÜT YAPIMININ DEVAMLILIĞI NASIL SAĞLANIR?
Emzirmede bebeğin ağzı annenin meme ucu çevresini sıkıştırır. Bu baskı ile uyarılan sinirler beyinde prolaktin yapımı ile ilgili görevli olan bölgeye uyarılar götürürler. Bu uyarılar prolaktin salgılanmasını başlatır. Ne kadar çok uyarı iletilirse o kadar çok prolaktin yapılır.
Bebeğin her emmesinde sinirler yoluyla gönderilen uyarılar annenin beynine iletilir. Beyinden prolaktin salgılanarak memeye kan yoluyla iletilir ve memede süt yapımı uyarılır.

EMZİRMEYE NE ZAMAN BAŞLAMALISINIZ?
Emzirmeye doğumdan hemen sonra, kendinize gelir gelmez başlamanız gerekir.
Doğumdan sonra ilk birkaç gün içerisinde gelen koyu süt bebeğe mutlaka verilmelidir. Ağız sütü bebeğin büyümesine ve hastalıklara karşı koruyucu madde almasına yardımcı olur. Doğumdan sonra 1-2 gün süt gelmese bile mamaya geçilmemeli, biberon verilmemeli, bebek emzirilmelidir.
Bebek sık sık memeye tutulursa 3-4 gün sonra bile süt gelebilir. Yeni doğan ve sarılığı olan bebekte de emzirme sürdürülmelidir. Yalancı meme verilmemelidir.

BEBEK MEMEYE NASIL YERLEŞTİRİLMELİ?
İlk günlerde bebeği yatarak emzirmek anne için daha rahat olabilir. Bu durumda bebek yan yatmış olan anneye dönük yatırılır. Anne serbest kolu ve eli ile bebeği memesine yaklaştırabilir. Annenin ve bebeğin arkasının birer yastıkla desteklenmesi bebeğin yerleşmesine yardımcı olur. Eğer anne oturarak emziriyorsa, dik oturmalı veya hafifçe eğilmeli, ancak kucağı düz olmalıdır. Bunun için gerekirse ayaklarının altına bir tabure konabilir. Bebeği rahatça tutması için annenin kucağına da yastık konulabilir.

BEBEK MEMEYİ NASIL DAHA İYİ KAVRAR ?
Bebek ağzını iyice açarak ve dilini hareket ettirerek emer. Bebeğinizi yavaşça memeye yaklaştırınız, ağzını meme başına dokundurunuz. Emzirmenin başlangıcında anne meme ucunda acı hissedebilir. Ancak emzirme süresi boyunca meme ucunun devamlı acıması bebeğin memeyi doğru kavramadığını gösterir. Meme ucunda acı duyulmasının nedeni, bebeğin dilini meme yerine meme ucuna karşı hareket ettirmesidir.

Ağız yeterince açılmamışsa, dil meme ucuna sürtünerek zedelenmesine yol açacaktır. Bebek emdikten sonra doymuş görünmüyorsa, memeyi kavramasında sorun var demektir. Bebeğin süt ile dolu kanallara ulaşabilmesi için ağzını iyice açması gerekir.

BEBEK NASIL EMER?
Eğer bebek memede uygun biçimde tutulmuyorsa iyi ememez ve annenin meme başları zedelenip acıyabilir. Bebeğin iyi emmesi için ağzıyla yalnız meme ucunu değil, etrafındaki kahverengi alanı da kavraması gerekir. Bebek emmeye yaklaştırılırken, ağız mümkün olduğunca açık olmalı ve çene memeye dayanmalıdır. Bebeğin ağzını iyice açması için meme ucunu bebeğin alt ve üst dudaklarına değdirmelidir. Eğer bebek memeyi doğru olarak kavramışsa her emme işlemi sırasında çenesinin, bazen de kulaklarının hareket ettiği görülür. Bebek sürekli emmez. Kuvvetli emme hareketlerinden sonra kısa dinlenme aralıkları olur. Emerken şapırtı sesi duyulması ya da yanakların içeri çekilmesi genellikle bebeğin yalnızca meme ucunu emdiğini ve ağzıyla yeterince meme dokusunu kavramış olduğunu gösterir.

Hamilelikte Diş Çürükleri Artar Mı ?

Hamileliğe bağlı olarak meydana gelen hormon seviyelerindeki değişiklikler, ağız sağlığını da etkiliyor. Bu sebeple anne adayları hamilelik döneminde, ağız sağlığına normal dönemlere oranla daha fazla özen göstermeli. Diş çürüklerinin halk arasında çok yaygın olarak bilinenin aksine hamilelikte artmadığını belirten Acıbadem Kadıköy Hastanesi Ağız ve Diş Sağlığı Kliniği Protetik Diş Tedavisi Uzmanı Dr. Umut Çakan, hamilelikte ağız ve diş bakımıyla ilgili doğru bilinen yanlışlar ve dikkat edilmesi gereken konular hakkında bilgi verdi:

Hamilelikte Sürekli Atıştırma Diş Çürüğüne Zemin Hazırlıyor
Hamilelikte çürük eğiliminin artması, enerji ihtiyacını karşılamak amacıyla alınan karbonhidrat miktarındaki artış ile ilgili olabiliyor. Dişlerin üzerinde biriken yiyecek artıkları ve mikroorganizmalar (plaklar) dişi çürütecek asitleri oluşturuyor. Mikroorganizmalar varlıklarını sürdürmek için ihtiyaç duydukları nişastayı ise yenilen yiyeceklerden temin ediyor. Nişastalı ya da şekerli besin yenildiğinde ağzın içinde çok güçlü bir asit ortam oluşuyor ve bunun normale dönmesi yaklaşık 20 dakika sürüyor. Gün içinde sürekli atıştırma yapıldığında bu güçlü asit ortamı nedeniyle dişler hızla çürüyor.

Her Hamilelikte Bir Diş Kaybedilir mi?
Her hamilelikte bir dişin kaybedildiği düşüncesi halk arasında yaygın görülüyor. Ancak bunun hiçbir bilimsel dayanağı bulunmuyor. Hamilelikte dişin kaybedilmesi, tamamen ağız bakımının eksikliği ile ilgilidir. Nasıl sağlıklı bir kişinin durup dururken dişini kaybetmesi söz konusu değilse, anne adayları da dikkatli oldukları takdirde diş kaybı veya diğer diş sorunlarını yaşamıyorlar. Yani hamilelikte diş kaybının sebebi hamilelik değil, dişlerin çürümesidir.

Beslenme, Hamilelik Ve Ağız Sağlığı Arasında Nasıl Bir İlişki Bulunuyor?
Pek çok kadın hamilelik boyunca ana öğünler arasında atıştırmaya istekli oluyor. Bu, normal bir durum olmakla beraber, şekerli gıdaları sık tüketmek diş çürüklerine davetiye çıkarabiliyor. Gün içinde sıkça yemek yemek gerekiyorsa, tercihin şekerli ve nişastalı besinlerden çok meyve, sebzeler; asitli içeceklerden çok süt ürünleri ve su yönünde kullanılması daha doğru olur. Bu süreçte çocuğunuzun diş gelişimi de bu etkilenebiliyor. Annenin A,C,D vitaminleri, kalsiyum, protein ve fosforu yeterli miktarda alması çocuğun sağlıklı dişlere sahip olmasını sağlıyor. Çocuğun dişleri için gerekli olan kalsiyumun kaynağı annenin dişleri değil, beslenmeyle alınan kalsiyumdur. Eğer yeterli miktarda kalsiyum alınmıyorsa, çocuk annenin kemiklerinden kalsiyum alıyor. Süt ve süt ürünleri, annenin beslenmesindeki kalsiyum kaynaklarıdır.

Hamilelik Dişetlerini Nasıl Etkiliyor?
Hamileliğe bağlı olarak değişen hormon seviyeleri, (progesteron ve östrojen) diş eti sorunlarını doğrudan ve diş çürüklerini de dolaylı olarak etkiliyor. Çoğu hamilede, dişeti dokuları ağız ortamında bulunan bakteri plağına abartılı bir yanıt veriyor. Bu durum kendini dişetlerinde kırmızılık, şişlik, büyüme ve kanama olarak gösterebiliyor. Özellikle hamileliğin 2. ve 8. ayları arasında görülen bu diş eti hastalığına ‘hamilelik gingivitisi’ deniyor ve ilerlemesi halinde dişlerin kaybına neden oluyor.

Hamilelikte Diş Tedavisi Yaptırılabilir mi?
Hamilelik süresince her türlü diş tedavisi yapılabiliyor. Ancak annenin daha önceden düşük hikayesi varsa veya düşük yapma ihtimali bulunuyorsa, hamileliğin ilk üç ayında çok acil olmayan tedaviler yapılmıyor. Diş tedavisi sırasında annenin ağrı duymaması için anestezik maddeler ve sonrasında gerekli görülen bazı ilaçlar kullanılıyor. Kullanılan anestezik maddelerin anneye ve bebeğe zararı bulunuyor. Ağrı kesici veya antibiyotik kullanılması gereken hallerde ise, diş hekimi kadın doğum doktoru ile görüşerek en güvenli ilaçları anneye veriyor.

Hamilelikte Diş Röntgeni Çektirmek Sakıncalı mıdır?
Kural olarak, tüm gebelik boyunca, özellikle de bebeğin organlarının oluştuğu ilk üç ayda, X-ışını radyasyonundan uzak durulması öneriliyor. Hamilelik süresince çok gerekmeyen durumlarda diş filmleri alınmıyor. Acil bir durumda tanı veya tedavi için diş röntgeni gerekiyorsa, koruyucu kurşun yelekler giyilerek ve çok düşük dozlarda röntgen ışını kullanan cihazlarla bu sorun giderilebiliyor.

Hamilelik Süresince Ağız Ve Diş Sağlığını Korumak İçin Ne Yapmak Gerekiyor?
Anne adayının diş çürüklerini ve diş eti hastalıklarını önlemek için günde 2 kez, 3 dakika süre ile dişlerini “fluorid” içeren bir diş macunu ile fırçalaması, dişlerinin arasını diş ipi ile temizlemesi ve fluoridli bir ağız gargarası kullanması gerekiyor. Diğer bir önlem ise hamilelik boyunca diş hekimi kontrolünde olmak. Diş kliniğine düzenli olarak kontrole gelmek ve diş temizliği yaptırmak, hamilelik süresince anne adayının acil bir durumla karşılaşma ihtimalini azaltıyor.

Kafayı Şişiren Basınca Endoskopik Tedavi

Şanta gerek kalmadan beyindeki fazla sıvı boşaltılıyor
Hidrosefali, anne karnında ya da sonradan oluşabilen ciddi bir sağlık sorunu. Bebeğin başında aşırı sıvı birikmesiyle ortaya çıkıyor. International Hospital Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Soner Duru, beynin içinde bulunan 4 tane karıncık ve beynin birinci ve ikinci zarları arasında beyin omurilik sıvısının bulunduğunu, bu hastalığın da aşırı sıvı birikmesi nedeniyle oluştuğunu belirtiyor. Bu nedenle de hidrosefali ile doğan çocukların kafaları normal çocuklarınkinden büyük oluyor; öyle ki çocuk başını taşımakta zorluk çekiyor. Beyne biriken su nedeniyle artan kafa içi basıncın azaltılması için de şant tedavisinin yanı sıra artık endoskopik yöntemle de girilerek sıvı boşaltılabiliyor.


Şant takmadan endoskopik tedavi yapılıyor
Bazı tür hidrosefalilerde hiç şant takmadan endoskopik olarak beyne girilebildiğini anlatan Doç. Dr. Soner Duru, yöntemin uygulanışı hakkında şu bilgileri veriyor:

“Beyinde adeta şant yapılacakmış gibi nöro endoskopik olarak tek bir delik açılıyor. Yan karıncık tavanından giriliyor, üçüncü karıncığa ulaşılıyor, tabanına yaklaşık 6-7 mm´lik bir delik açılarak endoskopik olarak giriliyor. Üçüncü karıncığın altı, beyin omurilik sıvısının dolaştığı doğal yollardan bir yol. Bu yöntem tıkayıcı tip hidrosefalilerde geçerli oluyor. Tabana delik açılıp by-pass yapılıyor. Beyin omurilik sıvısının fazlası aşağı akıyor. İşlem çok kısa, ama iyi bilmek lazım, çünkü endoskopik alet beynin ortasında dolaşmayı gerektiriyor, beyin sapı, hafızayla ilgili merkezler de yol üzerinde bulunuyor, yani çok hayati merkezlerden alet geçiriliyor. Ameliyatı yaklaşık 20 dakika sürüyor. Hasta ertesi gün taburcu oluyor. Ekonomik olarak avantajlı, hastanın şanta bağımlı olmaktan ve şant komplikasyonlarından kurtuluyor.”

Beyindeki fazla sıvı dışarı atılıyor
Sağ kulağın arkasında kafatasında küçük bir delik açılıyor şantın bir ucu buradan beyin boşluklarına yerleştiriliyor. Daha sonra cilt altından ilerletilerek diğer ucu karın boşluğuna kadar uzatılıyor. Hastaların korktuğu gibi şant takma ameliyatı büyük bir ameliyat değil, yaklaşık 40 dakika sürüyor. Hasta bir gün hastanede kalıyor. Hastalar ameliyattan 3-4 gün sonra normal hayatına dönüyor. Ameliyattan sonraki ilk birkaç gün çok fazla hareket edilmemesi öneriliyor. Aşırı sıvı boşalmasına neden olabileceği için fazla hareket edilmesi sakıncalı olabiliyor. Hastanın şantın olduğu bölgeyi darbelerden koruması gerekiyor. Başını biraz yüksekte tutarak uyuması önem taşıyor. Şant eğer tıkanırsa değiştirilebiliyor. Şant takılınca hastanın eski şikayetleri tekrar artarak ortaya çıkarsa tıkanmasından şüphelenmek lazım. Şantın büyüklüğü bir 25 kuruşun büyüklüğü kadar ve bazı tiplerinin basıncı dışarıdan kontrol edilebiliyor.  Şant uygulamasının en önemli komplikasyonu enfeksiyon oluşabilmesi ve tıkanması. Her türlü enfeksiyonun çocuğun zeka gelişimine zarar vereceğini belirten Doç. Dr. Soner Duru, “Eğer hiç komplikasyon oluşmamışsa, ek hiçbir anormallik yoksa, çocuğun zekasında sorun olmaz, matematik profesörü bile olabilir.” diyor.

Hidrosefali, hamilelik döneminde anlaşılabiliyor
Hamilelere yapılan ultrason ve fetal MR ile bu sorunun anlaşılabilmesi mümkün oluyor. Doç. Dr. Soner Duru, fetal MR´ın çıkmasından sonra bu anormalliklerin ultrasonografiye göre daha ayrıntılı görüntülenebildiğini söylüyor. Şüpheli durumlarda amniyosentez yapılması gerekebiliyor. Eğer tek başına hidrosefali varsa, ek bir beyin anomalisi yoksa, korteks denilen beyin kabuğu çok ince değilse bebek, doğduktan sonra ameliyat edilerek normal yaşantısını sürdürebiliyor. Çocuk doktorlarına rutin olarak çocuklarını kontrole getiren aileleri hekimler beyin cerrahisine yönlendiriyor. Hidrosefalide hastanın gözleri aşağı kayıyor tıpkı batan bir güneşe benziyor. Çocuk yukarı bakmakta zorlanıyor. Kafa normalden daha büyük oluyor ve cilt altında toplardamarlar çok belirgin hale geliyor. Bıngıldak denilen bölge gergin oluyor, kalp atışı gibi atan nabazan alınmıyor. Aile hızlı baş büyümesini, kafadaki toplardamarların belirginleşmesinden anlayabiliyor. Yemekten bağımsız kusmalar oluyor, aktif hareketler azalıyor ve uykuya meyil artıyor.

Cuma

Doğuştan Olan Anomaliler ve Doğum Öncesi Tanı Yöntemleri

Doğuştan meydana gelen engeller iki şekilde oluşmaktadır. Bunlardan birincisi; Anne veya babada hastalık oluşturacak genetik yapıda bir olumsuzluk söz konusudur. Genlerde mevcut olan bu durum anne ve babadaki kromozomlar aracılığıyla bebeğe geçmekte ve bebeğin engelli doğmasına sebep olmaktadır. Bu tür engeller, o çiftin her gebeliğinde ortaya çıkabileceği gibi, hiç çıkmama ihtimali de vardır. Kendiliğinden meydana gelen sık düşükler veya ailede daha önce meydana gelmiş engelli bebek mevcudiyeti, bu ihtimalin düşünülmesini ve genetik araştırmanın yapılmasını gerektirmektedir.

Tüm gebelikler içerisinde engelli bebek doğma riski %1-2 civarındadır. Akraba evliliklerinde bu tür hastalıkların ortaya çıkması için uygun bir ortam oluşturduğundan risk oranının arttığı görülmektedir. Çünkü bu hastalıkların genel toplum içinde farklı ailelerden gelen kadın ve erkeklerde görülme oranı çok düşüktür. Ancak akrabalar arasında görülme oranı ise çok daha yüksektir. Bunun sonucunda hem anne hem de babada aynı hastalıklı gen bulunacağından, şifrelenme (kromozom) yoluyla bebeğe aktarılması sağlanacak ve bebeğin engelli doğmasına sebep olacaktır.

Özellikle "birinci derece akraba" evliliğinden kaçınılması, akraba evliliği yapmış olanlar ise mutlaka genetik araştırmalarını yaptırmaları gerekir.

Diğer bir durum ise anne ve babada genetik hastalık yaratacak herhangi bir etken mevcut değilken, sadece o gebelikte bebeğin kromozomlarında bozukluk yaratan faktörlerin mevcudiyeti rol oynamaktadır.

Bunun haricinde, gebeliğin ilk üç ayında; gebeliğe zararlı olduğu belirlenmiş ilaçların alınması, röntgen ışınlarına maruz kalınması, özellikle gebeliğin ilk üç ayında mikrobik hastalıklardan kızamıkçık, sitomegolovirüs, frengi, kabakulak, suçiçeği, grip, toksoplazma gibi bazı hastalıkların geçirilmesi sonucu genlerde bozukluk oluşarak anne karnındaki bebeklerin engelli olmasına sebep olabilir.

Doğuştan engellerin bazılarında ise yukarıda belirtilen etkenlerin hiçbirisi bulunmayabilir. Gebeliğin ilk üç ayı içerisinde meydana gelen düşüklerin incelenmesinde, bu bebeklerin yaşama şansı olmayacak kadar ciddi genetik bir engele sahip oldukları ortaya çıkmıştır.

Down Sendromu
Down Sendromu, insanın en küçük yapıtaşı olan kromozomların sayısının farklı olmasından ileri gelen bir sorundur. Sağlıklı her insanın hücrelerinde toplam 46 tane kromozom mevcuttur. Bu kromozomlar; kadında 46 tane "X", erkekte ise 45 tane"X" ve 1 tane de "Y" kromozomu olarak bulunmaktadır. İnsan hücrelerinde bulunan toplam 46 tane kromozom, bilimsel anlamda 1 den 46 ya kadar numaralandırılmıştır. Down Sendromunda ise 21 numaralı kromozoma ilave olarak 1 kromozom daha bulunmaktadır. Bu kişilerde 2 tane 21 kromozom olduğundan toplam kromozom sayısı 46 yerine 47 tane olmaktadır. Buna benzer başka isimlerle anılan 18 ve 13 üncü kromozom fazlalığı ile beraber olan farklı sendromlar da mevcuttur.

Hayatla bağdaşan ve en sık rastlanan kromozom bozukluğu olan Down Sendromunun ortaya çıkmasında annenin yaşı çok önemlidir. Canlı doğumlarda görülme sıklığı yaklaşık 1/850 dir. Bu sıklık, 20 li yaşlarda 1/1500 iken, 45 yaşında 1/28 kadar yükselmektedir. Yaklaşık % 30-35 inde ağır derecede kalp rahatsızlığı ve %15 inde de başta oniki parmak bağırsağında tıkanık ve mide barsak sistemi ile ilgili diğer engeller bulunmaktadır.

Anne rahmindeki bebekte, Down sendromu olma riski anne yaşı ile artmaktadır. Çok önceleri tarama testi yapılırken annenin yaşı gözönüne alındığında, 35 yaştan gün almış olan kadınların Down sendromlu bebek doğurma riskinin 1/270 olarak bilindiğinden, bu kadınlara anne karnındaki bebeğin bulunduğu keseden su numunesi alınarak (amniyosentez) kromozom tetkiki önerilmekteydi. Bu konuda yapılan çalışmaların başlıca amacı, mümkün olduğunca annelere az müdahale yaparak yüksek teşhis yeteneklerine sahip bir test geliştirmektir. Daha eski olan ve Üçlü Test olarak adlandırılan test ile daha güncel olan 11-14 haftaları arasında yapılan "İlk üç ay Down Sendromu" tarama testi bu amaçla kullanılan testlerdir.

11-14 ncü gebelik haftaları arasında yapılan Tarama Testi:
Bu testin Down Sendromlu bebekleri ortaya çıkarma duyarlığının % 90 civarında olduğu bildirilmektedir. Kullanılan parametrelerden biri gebeliğin 11-14 ncü haftaları arasında, bebeğin ense derisi altında bulunan sıvı birikimi ile meydana gelen ense kalınlığının ölçülmesi, kanda PAPP-A ve serbest (3-hCG değerleridir. Bu değerler; annenin yaşı hesaba katılarak bir programa girilir ve buna göre Down sendromu riski hesaplanır.

Bu testin en önemli parçası olan ense kalınlığı ölçümü 18 ve 13 ncü kromozomlardaki sayısal değişikliklerle ortaya çıkan diğer engellerin (Trizomi 18 ve 13, Turner Sendromu Kromozom yapısı: "45 XO") taranmasında da yardımcı olmaktadır. Yapılan çalışmalar bu ense kalınlığının artması ile anne rahmindeki bebeklerde doğumsal kalp hastalıkları riskinin de artmış olduğunu göstermiştir. Bu durumda çıkan test sonuçlarında, bebeğin kromozom yapısı normal saptansa bile kalp hastalıkları açısından 5 nci ayda mutlaka tetkik edilmesi önerilmektedir.

16-18 nci gebelik haftaları arasında yapılan Tarama Testi:
Üçlü test olarak bilinen bu yöntem, gebeliğin 16 ile 18 nci haftaları arasında en doğru sonuçları veren bir kan testidir. Yapılış amacı özellikle Down Sendromu diye adlandırılan problemli bebeklerin anne karnında iken saptanmasına yöneliktir. Üçlü test için anneden bir miktar kan alınması gerekir. Alınan kanda Alfa Feto Protein (AFP), human Koryonik Gonadotropin (hCG) ve Östriol (uE3) hormonları ölçülür. Gebeliğin değişik haftalarına göre bu hormonların değerlerinde farklılıklar olmaktadır. Gebelik haftasına göre özel bir hesaplama yöntemi ile "MoM" değerleri bulunur. Testin neticesini hesaplarkn annenin yaşı, ırkı, vücut ağırlığı, şeker hastalığı olup olmadığı ve sigara kullanıp kullanmadığı da dikkate alınır. Tüm bu veriler ile kandaki üç hormon değerleri bir bilgisayar programına girilerek olasılık olarak sonuç elde edilir. Örneğin 1/2300 gibi çıkan bir sonuçta, Down Sendromlu çocuk doğurma olasılığının çok düşük olduğunu gösterir. Bu sonucun 1/270 ve daha sık olarak, 1/220 veya 1/200 olarak hesaplanması, Down Sendromlu bebek doğurma riskinin yüksek olduğunu bildirir. "Üçlü tesfte yüksek risk saptanan yaklaşık 100 anne adayının doğurduğu çocuklardan ancak 1 tanesinin Down Sendromlu olduğu bildirilmektedir. "Üçlü test" yöntemi Down Sendromlu bebeklerin yaklaşık % 60-70 inin saptanmasına yardımcı olur.

Tarama Testinde Yüksek Risk Saptandığı Durumlarda Ne Yapılmaktadır ?
Bu testin sonucunun riski yüksek gösterdiği durumlarda, anne karnındaki bebeğin gerçekten Down Sendromlu olup olmadığını ortaya koymak gerekir. Bu amaçla bebeğin kromozom yapısının saptanması için bebeğin anne karnında bulunduğu kese içindeki sıvıdan örnek almak (amniyosentez) veya göbek kordonundan kan alınarak bebeğin genetik incelemesi (kromozom analizi) nin yapılması gerekmektedir. 5 nci aydan önce kolay yapılan ve gebeliğe olan riski en az olan yöntem olarak su kesesinden sıvı alınması (amniyosentez) yapılmaktadır. Amniyosentez ile elde edilen sıvıdan laboratuvarda yapılan kromozom tayini ile bebeğin normal olup olmadığı hakkında bir karar verilir.

Down Sendromu Testleri Niçin Önemli ?
İlk 3 ay Down Testi, gebeliğin 11-14ncü haftalarında, Üçlü test ise anne adayına gebeliğin16-18 nci haftalarında uygulanması gereken bir testtir. Testin bir tarama testi olduğu unutulmamalıdır. Tarama testi genel olarak kolay yapılan ve herkese uygulanabilen ve aynı zamanda ucuz bir test olmalıdır. Sonuçları ise kesin bir teşhisten ziyade, bir hastalığın ortaya çıkarılmasında kullanılan yardımcı bir yöntemdir. Kesin teşhis için her zaman daha ileri bir yönteme ihtiyaç duyulur. Üçlü testte de kesin sonuç amniyosentezle konur. Tekrar vurgulamak gerekir ki nasıl her yüksek riskli test sakat çocuk anlamına gelmiyorsa, normal sonuç alınan her test de bebeğin % 100 sağlıklı olduğunu göstermez. Bu nedenle bu teste ilaveten 18 ile 20 ci gebelik haftalarında ayrıntılı ultrasonografik inceleme ile diğer problemler aranmalıdır. Özellikle ense kalınlığı 2 mm üstünde olan bebeklerde, kromozom incelemesi normal olsa bile 18-20 nci haftalarda mutlaka detaylı ultrasonografiye ilaveten kalp yönünden incelenmesi gerekmektedir.

Ultrasonografi:
Ultrasonografik inceleme; ses dalgaları kullanılarak elde edilen görüntüleme yöntemleridir.

Anne karnındaki bebeğin durumunun değerlendirilmesi ve bebekteki engelin saptanması açısından ultrasonografi; doğum öncesi tanıda giderek artan bir değer kazanmaktadır. Gebelik döneminde uygulanan ultrasonografi, bebek yaşının hesaplanması, bebeğin yaşam fonksiyonlarının, çoğul gebeliklerin, su kesesindeki sıvı miktarının değerlendirilmesi ve bebek eşinin rahimde -bulunduğu bölgenin tayin edilmesi açısından çok önemlidir. Pek çok doğuştan engeller, anne karnındaki dönemde ultrasonografi aracılığı iletanmabilmektedir.

Anne karnındaki bebekte engelin saptanması açısından ultrasonografi duyarlılığı % 14-85 arasında değişmekte, kişiye özel yapılan incelemede % 99 dolaylarında olduğu bildirlmektedir. Seçilmiş bir engelli olabileceği düşünülen ve aile hikâyesine dayanarak uygulanan özgün ultrasonografide, anne karnındaki bebekte engelin saptanması açısından duyarlılık % 99 lara çıkabileceği bildirilmektedir.

Doğum öncesi bakım almak ve kontrollere düzenli olarak gitmek, gebelikte muhtemel anormal durumların tespiti için yapılacak en doğru seçimdir.

Gebelikte bu tür durumların tespiti için en çok başvurulan ve hiçbir yan etkisi olmayan yöntem ultrasonografidir. Yapılan ultrasonografik tetkik ile bebekteki fiziksel anormalliklerin daha gebeliğin ilk haftasından itibaren belirlenmesi sağlanır. Gebeliğin on ikinci haftasında ultrasonografi ile bebeğin ense cilt kalınlığının ölçülmesi sonucu Down sendromu olma riski hesaplanabilir.

Bebekteki kromozom bozukluğunun kesin tespiti için bebeğin eşinden (plesentadan) ya da kesenin suyundan gebeliğin 15-16ncı haftalarında örnek alınarak (amniyosentez) genetik inceleme yapılmalıdır. Bebeğin eşinden parça alma işlemi ( Koryonik Villüs Biyopsisi=CVS ), gebeliğin 10-11nci haftalarında uygulanır. Hastahanede yatmayı gerektirmeyen ağrısız ve kolay uygulanabilen bir işlemdir. Yapılan işleme bağlı olarak %2-3 oranında düşük yapma veya mikrop kapma riski vardır.

Bu işlemler sadece risk grubu; ense kalınlığı ölçümü ve / veya üçlü tarama testi sonucuna göre risk oranı yüksek olanlara, 35 yaşını geçmiş tüm gebelere, ultrasaund sonucunda şüpheli durumda olanlara, genetik hastalık taşıyıcısı olduğu bilinen ebeveynlere ve daha önce engelli (anomalili) bebek sahibi olan gebelere uygulanması gerekmektedir.

Bebek sahibi olmayı isteyen her çiftin aklının bir kenarında endişe olarak bulunan anomalili bebek sahibi olma ihtimalini; akraba evliliğinin önlenmesi, gebelikte bulaşıcı hastalıklardan, alkol, ilaç, sigara, röntgen ışınları ve diğer zararlı durumlardan kaçınmak gibi önlemlerle azaltmak mümkündür. Ancak bilinmeyen ve önlenemeyen nedenlerle ortaya çıkan engellere yönelik alınacak en etkili yöntemin uygun doğum öncesi bakım olduğu unutulmamalıdır.

Bebek ve Anneler İçin Hamilelikte Egzersiz

Dünyaya yeni bebekler gelirken öncelikle istediğiniz, bebeğin sağlıklı olmasıdır. Doğumun rahat ve bebekle beraber annenin de sağlıklı olması hamilelik döneminde yaşam şeklindeki değişikliklerle mümkün olabilmektedir. Bedensel egzersizler doğumdan ölüme kadar her yaş grubunda uygulanabilmektedir. Hamilelik döneminde de bedensel egzersiz yapmanın yararları çoktur, bunlar:

- Bacak kramplarının çoğalmasını engeller.

- Sırt ve diğer hamilelik ağrılarını azaltır.

- Vücut ağırlığınızın gereğinden fazla artmasını engeller.

- Hamileliğin ve doğumun rahat geçmesini sağlar.

- Çocuğun içinde yaşayacağı kapsülün genişlemesini sağlar.

- Doğumdan sonra normale dönüşü hızlandırır.

Bu kadar önemli yararları sağlayabilmek için mutlaka bilinçli egzersiz yapılmalıdır. Egzersiz sırasında dikkat edilecek noktalar ise şunlardır:

- Bedensel egzersiz düzenli olarak yapılmalıdır. Bir hafta 3 gün, diğer hafta 1 gün egzersiz yapılarak fizyolojik yarar sağlamak mümkün değildir.

- Haftada 4 gün egzersiz yapılmalıdır.

- Eğer doktor tarafından hamileliğin riskli olduğu söylenirse doktor izin verene kadar egzersiz yapılmamalıdır.

- Egzersiz sırasında belirlenecek en yüksek nabız sayınız hiçbir zaman aşılmamalıdır.

- Gövdenin öne ve arkaya eğilmesi engellenmeli, karın bölgesine baskı uygulanmamalıdır.

- Hamile kadının daha fazla oksijene ihtiyacı olduğundan yoğun egzersizlerden kaçınmalıdır.

- Haftada 1 gün küçük ağırlıklarla kas çalışması yapılmalıdır.

- Yağ yakmak için egzersiz yapılmamalı.

- Bilinçsizce yapılacak ve kilo vermeye yarayacağı düşünülen diyetlerden uzak durulmalıdır.

- Egzersiz sırasında ve sonrasında sıvı alımına dikkat edilmelidir.

Sağlıklı bir bebek, sağlıklı bir anne için egzersizin önemi büyüktür. Bu konuda güvenebileceğiniz bir egzersiz uzmanına danışarak yardım isteyiniz. Hamilelik döneminde sigara ve alkolden uzak kalarak doğru ve dengeli bir beslenme programıyla beraber bilinçli egzersiz yapmalıyız, sağlıklı ve mutlu günler...

Gebelik Sırasında Vajinadan Gelen Kanama

Hamilelik sırasında vajinadan gelen kanama, yanlış bir şeyler olduğunun göstergesidir. Hemen doktorunuzu arayın.

Hamileliğin ilk 20 haftasında, kanama genellikle düşükle ilişkilendirilir. Düşük sırasındaki kanama hafif ya da ağır olabilir. Hiçbir uyarı olmayabilir ya da önce kahverengimsi bir akıntı fark edebilirsiniz.

Hamileliğin ilk günlerinde, yumurta rahmin içine tutunurken, bazı lekeler görebilirsiniz. Ayrıca tüm hamile kadınların yaklaşık 20 sinde, ilk günlerinde düşükle sonuçlanmayan kanamalar olmaktadır. Bu nedenle, tehlikeli olmayabilir de, ama mutlaka doktorunuza danışın.

Hamileliğin 20. haftasından sonraki kanamalara doğum öncesi kanama denir. Bu, erken gebelik kanamasından daha az yaygındır ve kadınların yüzde 2 sinden daha azında görülür. Doğum öncesi kanaması, plasenta previa , dış gebelik, düşük ya da erken doğum dahil olmak üzere birçok nedeni vardır.

Birçok durumda, kanama hafiftir. Ancak, ciddi bir kanama sizin ve bebeğinizin hayatını tehlikeye sokabilir.

Gebeliğin ilk aylarından sonra kanama başlarsa, derhal doktorunuzu görün. Hastaneye yatırılmanız ve kanamanın nedeninin belirlenmesi için ultrason gibi testlerden geçmeniz gerekebilir. Kanama ağırsa, kan nakli gerekli olabilir. En kötü durumda, doğum suni olarak başlatılır ya da bir sezeryan ameliyatı yapılır.

Doğum Öncesi Bakım

Kendiniz ve bebeğiniz için yapabileceğiniz en önemli şey, hamile olduğunuzdan kuşkulandığınız anda doğum öncesi bakıma başvurmaktır.

Birçok kadın bir doğum uzmanından ya da doğum öncesi bakım sağlayan başka bir doktordan randevu aldığında, hamile olduğunu biliyordur. Tüm semptomlar görülmektedir ve evde yaptıkları bir gebelik testi pozitif sonuç vermiştir. Hamileliğiniz bir testle doğrulanmadıysa, doktorunuzun muayenehanesinde bir test yaptırabilirsiniz.

Doktorların çoğu, bir adet gecikir gecikmez özellikle hamile kalmaya çalışıyorsanız doğum öncesi bakıma başvurulmasını önermektedir. En fazla iki adetin gecikmesini bekleyebilirsiniz.

Doktora gittiğinizde ayrıntılı bir sağlık formu doldurursunuz ve doktorunuz, soruna yol açacak ya da hamilelik sırasında özel önlemleri gerektirecek, önceden varolan bazı durumların söz konusu olup olmadığını anlamak için aile öykünüz ve genel sağlığınız hakkında birçok soru sorar.

Ne zaman gebe kaldığınızı öğrenmek önemlidir, bu nedenle doktor bebeğin ne zaman doğacağını kesin olarak belirlemek için adet düzeniniz hakkında sorular sorar. Ancak bu yalnızca bir tahmindir. Bebeklerin çoğu tam beklendikleri gün doğmazlar. Bir bebeğin tahmin edilen tarihten 2 hafta önce ile 2 hafta sonrası arasında doğması tamamen normaldir.

Tıbbi öykünüzü öğrendikten sonra, doktorunuz fiziksel bir muayene ve bir pelvis muayenesi yapar. Tipik olarak, ilk vizitten sonra genellikle hamileliğin son haftalarına kadar pelvis muayenesi bir daha yapılmaz, o zaman da doğumun yakın olup olmadığını belirlemek için yapılır. Kan ve idrar tahlilleri ilk vizitte yapılır.

Vizit genellikle doktorun sizinle hamilelik konusunda tartışması, beslenme, kilo alma ve egzersiz konusunda öğütlerde bulunması ve vajinal kanama gibi potansiyel komplikasyonlar konusunda sizi uyarmasıyla son bulur.

İlk vizitten sonra, düzenli vizitleriniz, ağırlık ve kan basıncınızın belirlenmesiyle başlar, ayrıca tahlil için bir idrar örneği vermeniz istenir. Doktorunuz, baş ağrısı, görmede değişiklikler, karın ağrısı, mide bulantısı, kusma, bacaklarda ya da ayaklarda şişme ya da vajinal kanama gibi sorunların olup olmadığını öğrenmek ister. Doktorunuza sormak için, ay boyunca aklınıza gelen soruları not edin.

Gebeliğin 10 ila 12 haftasından sonra, vizitin heyecan verici bir parçası, bebeğinizin bir Doppler aletiyle (bir ses yükseltme aracı) teşhis edilen kalp atışını dinlemektir.

Doktorunuz bebeğin uygun bir şekilde büyüyüp büyümediğini anlamak için karnınızı muayene edecektir. Bazen, döllenmenin gerçekleştiğini düşündüğünüz zaman ile ceninin büyüklüğü arasında bir çelişki olur. Ceninin yaşı söz konusu olduğunda, doktor, ceninin düşünüldüğünden daha büyük olup olmadığını belirlemek için bir ultrason muayenesinin yapılmasını isteyebilir. Bu, doktorun bebeğin kafatasının genişliğini ölçmesi için, ceninin bir resmini kaydetmek üzere yüksek frekanslı ses dalgalarını kullanan acısız bir testtir. Ultrasonografi denilen bu testle, son adet döneminden 7 hafta sonra cenin de görülebilir.

Bedene müdahale etmeden sağlık hakkında yaşamsal bilgiler edinilmesini sağlaması açısından, ultrason testi doğum uzmanlarının pratiğinde önemli bir etki yaratmıştır. Cenin yaşını belirlemek için kullanılmasının yanı sıra, birden fazla bebek taşıyıp taşımadığınızı, bebeğin bütün kısımlarının tamam olup olmadığını, uygun bir şekilde büyüyüp büyümediğini, plasentanın konumunu ve bazı durumlarda çocuğun cinsiyetini de açık bir şekilde gösterebilir.

Bazı doktorların muayenehanelerinde küçük ultrason cihazları vardır ve anneyi bebeğin hayatta ve aktif olduğuna ikna etmek için doğum öncesi vizitler sırasında kullanırlar. Ancak genellikle bu birimler cenin hakkında çok ayrıntılı bilgi sağlayamazlar, bu nedenle ultrason incelemelerinin büyük kısmı hastanelerde ya da radyoloji merkezlerinde yapılır.

Cumartesi

Bebek Beslenmesi Bebeğe Hangi Ay Hangi Besin Verilir

Bebek beslenmesinde 0-3 yaş arası kritik bir dönemdir. Bu dönemde annelerin her konuda olduğu gibi beslenme konusunda da- bebekleri için mümkün olan en iyi başlangıcı yapması gerekir. Sağlıklı beslenmenin temelleri bu yaş aralığında atılır ve bu dönemdeki beslenme alışkanlıkları bebeğin ileri yaşlardaki sağlığını etkiler. Bebeğinizin sağlıklı beslenmesine destek olmak üzere, ona yemek hazırlarken dikkat etmeniz gereken noktaları şöyle sıralayabiliriz:

- Bebeğinizin yemeklerine tuz ve şeker ilave etmeyin.

- Yetişkinler için hazırlanmış, katkı maddesi içeren ürünler kullanmayın. (Şanti, çikolata, hazır kek vb.)

- Sıvı yağı tercih edin. (Mısır özü veya zeytinyağı)

- Bir yaşından önce inek sütü kullanılmayın. Süt kullanılması gereken yerlerde -WHO (Dünya Sağlık Örgütü) özellikle 1 yaşına kadar inek sütü önermediği için- bebeklerin ayına uygun, devam sütlerini tercih edin.

- Bebeğinizin yemeğini hazırlarken mutlaka sağlıklı ve dengeli beslenmesi gerektiğini göz önünde bulundurun.

- Bisküvi gibi şeker içeren gıdalar kullanmayın. Ayrıca nişasta, pirinç unu gibi gıdalar da besin içeriği açısından yetersizdir, bu ürünlerin yerine tahıllara ağırlık verin.

0-3 YAŞ ARASI ÇOK ÖNEMLİ!

- Bebeğinize 6. aydan sonra, demir bakımından zengin gıdalar verin. Kırmızı et, yeşil yapraklı sebzeler ve yumurta sarısı gibi...

- Ayrıca, bebeğinizi farklı tatlardaki meyve ve sebzelerle şaşırtın. Bu onun değişik besinlere alışmasını sağlar.

- Süt içme alışkanlığını oluşturmak için de bebeğinize farklı lezzetler sunulabilirsiniz. Sütün tahıl ve meyvelerle birlikte hazırlanmasıyla farklı tatlar yaratılabilir.

- Farklı meyveler, farklı antioksidan besinler, farklı vitamin ve mineraller içerir. Şöyle ki:

- C vitamini dişetleri için gereklidir, demir emilimini hızlandırıp beynin gelişimini sağlar.

- Beta-karoten koruyucudur ve dokuların normal büyümesini, görme gücünü sağlayan A vitaminine çevrilir. Beta-karotenin en iyi kaynağı ise mangodur.

- Brokoli gibi yeşil yapraklı sebzeler B vitamini açısından zengindir.

- Farklı çeşitlerde meyve, sebze tüketimi, farklı miktarlarda vitamin ve mineral alımı sağladığından önemlidir. Örneğin, 1 elma 100 gramda 4 mg. C vitamini içerirken, çilek tam on sekiz kat fazla C vitamini içerir.

- Günde 2-3 kez meyve tüketimi, kabızlığı önler ve sağlıklı bağırsak hareketleri bakımından önemlidir.

- Bebeğinize verdiğiniz sebzelerin çeşitliliği önemlidir. Araştırmalara göre, 1 hafta içinde verilen sebzelerin çeşitliliği, bebeğin yeni tattığı yiyecekleri kabul etmesini sağlıyor.

- Şekerin bebeğin sağlıklı gelişimine katkısı yok, sadece enerji kaynağı ve bebeğin ağzında tatlı bir lezzet bırakır.

- Fazla tuz, bebekler ve çocuklar için zararlı. 1 yaşını doldurmamış bebeklerin günde 1 gramdan fazla (400 mg sodyum); 1-6 yaş arası çocukların da günde 2 gramdan fazla (800 mg sodyum) tuz almamaları öneriliyor. Çünkü tuz miktarının biraz yükselmesi bile ileride tansiyon riskini arttırıyor.

- Tahıllar, lif ve demir açısından zengin besinlerdir; özellikle C vitamini içeren meyvelerle alındığında demir emilimi artar. Bebeğe ilk başlanacak tahıl pirinç olmalı.

- Bebeğinize yemek pişirirken buharda haşlama ve fırında pişirme yöntemini tercih edin. Çünkü sulu pişirmelerde vitamin kayıpları oldukça yüksektir.

- Bebeğinizin yemeklerine pişme işlemi bittikten sonra, sızma zeytinyağı veya mısırözü yağı koyun.

- Sebze ve meyveleri üzerinde kalmış olabilecek tarım ilaçlarına karşı, bebeğinize vermeden önce su dolu bir kapta bekletin ve soyarak verin.

- Bebeğiniz için pişirdiğiniz yemeği 2 günden fazla saklanmayın ve 1 kereden fazla ısıtmayın.

- Salam, sucuk gibi işlenmiş etler ve konserve gıdalar bebek beslenmesi için sağlıklı değildir. Tercih etmeyin.

Hangi ayda hangi besini yiyebilir?

- Bebeğinize 7. aydan sonra et ve yumurta sarısı verebilirsiniz.

- 8. aydan itibaren taze balık ve bakliyatlar verebilirsiniz.

- 1 yaş sonrası yumurta beyazı kullanabilirsiniz.

- Bebek yemeklerinde patlıcan, çilek gibi alerjen gıdalar kullanmayın.

- 1 yaş öncesi tariflerde bal ve kepek ekmeği kullanmayın.

- Kek, kurabiye gibi tarifleri bebek tahılları ile hazırlayabilirsiniz.

- Turunçgiller, muz ve kivi 6. aydan sonraki tariflerde yer alabilir.

- Prebiyotik lif kaynağı olan enginar, omega 3 kaynağı olan ceviz, protein kaynağı olan bakliyatlar ile çoğunun antioksidan etkisi olan meyve ve sebzelere bebeğinizin beslenmesinde öncelik tanıyın.

Çocuklarda Yüksek Ateş Nedir, Nasıl Düşürülür, Neden Yükselir?

Ateş nedir, neden yükselir, ne zaman normalin üstünde kabul edilir, nasıl düşürülür?
Ateş (pirezis) kelimesinin kökeninin Periklese dayandığı bilinmektedir. Perikles (M.Ö. 495-429) döneminde yaşamış Yunanlı bir filozoftur. Perikles döneminde hekimler bir takım enfeksiyonları ateş tipi ile tanımlıyorlardı. Ateş bir hastalık değildir. Bir enfeksiyon, bir ödem, bir doku hasarı, aşı gibi nedenlerle vücut ısısını düzenleyen termoregülatör merkezdeki dengenin bozulmasıdır. Çocuğun kulaktan veya ağızdan ölçülen ateşi 36-36,8 ise bu normal ateştir.

YÜKSEK ATEŞ NEDİR?
Rektal: 38, koltukaltı: 37, oral: 37,5 olarak ölçülen ateş yüksek ateştir. Yüksek ateş küçük çocuklarda havaleye neden olabilmektedir. Ayrıca ateş miyokard fonksiyonlarını olumsuz etkiliyebilmektedir.

Çevresel faktörlerin (çevre ısısının artması, çeşitli metabolik hastalıklar, bazı ilaçlar) ısıyı artırmasına hipetermi denir. Ateşi yükselen kişi üşüdüğünü, oysa hipertermik kişi ise vücudunun ısındığını hisseder.

ATEŞ NEDEN YÜKSELİR?
Ateşe neden olabilecek mikroorganizma (bakteri veya virus) vücuda girer. Bu mikroorganizmalar pirojen adı verilen çeşitli maddeler salgılarlar.

Vücut da cevap olarak endojen adı verilen maddeler salgılar. Vücudun ısısını dengede tutan termoregulatör bölge harekete geçer. Vücudun çeşitli organlarında (akciğer, beyin,vb) bulunan yağ asidi ve türevlerinden oluşan bileşikler sentezlenir. Bunun sonucunda ateş oluşur.

ATEŞLİ ÇOCUKLARDAKİ ACİL DURUMLAR
- Ateşli çocukta aşağıdaki belirtilerden bir veya bir kaç tanesi varsa zaman kaybetmeden bir doktora gidilmesi gerekiyor.

- Özellikle 2 aydan küçük çocuklarda görülen ateşde,

- 40 derecenin üstündeki ateşde,

- Uyku eğilimi varsa,

- Cildinde mor döküntüler oluşuyorsa,

- Zor nefes alıyorsa,

- Yutkunma güçlüğü varsa,

- Geçmişinde havale geçirdiyse,

- Boyunda katılık varsa,

- Devamlı kusma, diyare varsa.

ATEŞ NASIL DÜŞÜRÜLÜR?
- Çocuk ateşlendiğinde alınacak temel bazı önlemler şöyle sıralanabilir:

- Giysilerini çıkartmak.

- Ilık suyla banyo yaptırmak veya ıslak bezlerle vücut ateşini düşürüp sık sık ölçümlerle ateşin seyrini izlemek.

- Yüksek ateşde normalinden daha fazla sıvı ihtiyacı olduğu için bol sıvı almasını sağlamak.

- Ateşi oluşturan sebebin ne olduğunun tesbit ve tedavisi için doktora başvurmak.

Çocuk ateşlendiğinde yapılmaması gerekenlerse şöyle:

- Üşüyebilir diyerek giysilerini çıkartmamak.

- Aşırı dozda ateş düşürücü kullanmak.

- 12 yaş altındaki çocuklarda aspirin kullanmak.

Bebek Karyolası Nasıl Olmalı ve Güvenlik Uyarıları

Bebeğiniz karyolasında iken genellikle görme alanınızın dışında ve tek başına olacaktır. Karyolası bu nedenle tamamen güvenli bir ortam olmalıdır.

Seçtiğiniz bebek karyolası ve parmaklıkları en çok 6 santimetre aralıkta olmalı, yatak karyolanın içine rahatça sığmalı, kenarları kilitli tutacak bir mekanizması olmalı ve uçları ve kenarları keskin olmamalıdır. Yatak en düşük seviyeye konduğu zaman, parmaklıkların en üst köşesinden yatağa kadar en az yetmişbeş santimetre yükseklik olmalıdır.

Satılmakta olan çocuk karyolalarının çoğu bu niteliklere uygundur. Bununla beraber, eğer birisi size eski bir çocuk karyolası vermişse, önce parmaklıklarını ölçün. Eğer parmaklıkların arası altı santimetreden daha açıksa, karyola özellikle yatak mükemmel bir şekilde oturmayacağı için, tehlikeli olabilir. Bebekler kafalarını bu açıklıklara sokma eğiliminde olduklarından bu açıklıklar bebek için tehlikeli olabilir.

Başka bir tehlike de, eski karyolaların kurşunlu boyalarla boyanmış olabileceğidir. Buna dikkat etmelisiniz. Bebekler kimi zaman karyolanın korkuluklarını kemirdikleri için, kurşun bazlı boya ile boyanmış karyolalar sağlık açısından tehlikeli olabilir.

Bebeğin başını karyolanın yan taraflarına vurmaması için koruyucu yastıklar koymalıdır. Minder koymak yetersizdir ve kullanılmamalıdır.

Karyolanın yatağı sertçe ve üstü kolayca temizlenebilecek şekilde kaplanmış olmalıdır. Bu amaçla bir yatak koruyucusu kullanabilirsiniz. Kullandığınız koruyucu kılıf plastik veya emici olmayan bir kumaştan yapılmışsa; bebek terlediği, kustuğu veya salyası aktığında ıslak yerde yatmaması için yatağın üstüne ıslaklığı emecek kalın bir kumaş serin.

Karyolanın kenar yastıkları veya diğer bir deyişle "tampon"ları, bebeğinizin başının karyolanın parmaklıklarına çarpmasını önlemek içindir. Bu yastıkların bütün iplerinin parmaklıklara bağlı olmasını sağlayın. Çocuğunuz ayağa kalkmaya başladığında bu tamponları kaldırın, yoksa onların üstüne basarak karyoladan dışarı çıkabilir. Yenidoğanın karyolasında yastık kullanmak hem gereksizdir hemde tehlikeli olabilir.

Karyolanın yatağı naylon veya muşamba bir kılıf yerine yumuşak üstü suyu emici (pazen) ve altı tercihan su geçirmez özellikte (flanel) kumaşlardan yapılmış bir kılıfla kaplanırsa bebeğiniz için daha az terletici ve rahat olur. Bu tür kılıflar piyasada "yatak koruyucusu" veya "Alez" olarak bilinmektedir. Yatağa çift katlı bir çarşaf sermeniz ve yatağın ölçülerine uygun bir pamuk yorgan veya yumuşak bir battaniye bulundurmanız önerilir. Dışı yumuşak kumaşla kaplı ve içi parça sünger veya benzeri maddelerle gevşekçe doldurulmuş bebek yastıklarını asla kullanmayınız. Bu tür yastıkların kullanımı 36 bebekte boğulmaya neden oldukları gerekçesi ile ABD Tüketici Güvenliği Komisyonu tarafından yasaklanmıştır.


Bebek Karyolaları Konusunda Güvenlik Uyarıları..
En sık görülen karyola kazası olan "düşmeler" aynı zamanda önlemi en kolay alınabilecek olan kazadır. Çocuğunuza karyola seçerken şunlara dikkat etmeniz gerekir:

1. Parmaklıkların arası 6 cmden fazla yani çocuğun başını kıstıracak kadar aralıklı olmamalıdır.

2. Başucunda ya da ayakucunda başının sıkışabileceği açıklıklar olmamalıdır.

3. Karyolanın köşelerinde çıkıntı varsa bunları çıkarın veya kesin. Gevşek giysiler bunlara takılarak çocuğun boğulmasına yol açabilir. Eski karyolaların birçoğu kurşunlu boyalarla boyanmış olduklarından, parmaklık rayları aşındıkça karyolayı çiğnemeye çalışan çocukta zehirlenme yapabilirler. Önlem olarak eski boyaları kazıyın ve kurşunsuz, kaliteli, emayeli boyalarla boyayın. Havalandırması iyi olan bir odada kurumasını bekleyin. Yan parmaklıkların üstüne plastik şeritler yapıştırın (bunları çocuk mobilyaları dükkanlarında bulabilirsiniz).

4. Yeni bir yatak aldığınızda bütün plastik paketleme materyalini çıkarıp atın. Bunlar çocuğun boğulmasına yol açabilirler. Yatağa kalın bir plastik kılıf veya yatak koruyucusu geçirecekseniz bunun gevşek olmamasına dikkat edin. Fermuarlı kılıfları tercih edin.

5. Bebeğiniz oturmaya başladığı anda yatağın seviyesini indirerek, kenarlara yaslandığında düşemiyeceği ve tırmanamayacağı kadar derin bir konuma getirin. Ayağa kalkmayı öğrendiğinde ise en alt seviyeye indirin. Düşmeler en sık, bebek tırmanmaya çalıştığında meydana gelir. bu nedenle, boyu 75 cm olduğunda veya parmaklık seviyesi boyunun 3/4ünün altında kaldığında onu başka bir yatağa alın.

6. En alt seviyeye indirdiğinizde, karyola rayının üst kısmı yataktan en az 10 cm yüksekte olmalıdır (yatak en üst seviyede olsa bile). Parmaklıkların kilidi çocuğunuz tarafından açılamayacak şekilde olmalıdır. Çocuğunuz karyolanın içindeyken parmaklıklar daima yukarı kaldırılmış olmalıdır.

7. Bebeğinizin yatakla karyola arasına kayıp sıkışmaması için yatağın karyolaya tam olarak oturması arada boşlukların kalmaması önemlidir. Yatağın kenarlarından üç veya daha çok parmağınız girebiliyorsa karyolaya tam olarak uyan bir yatak alın.

8. Metal parmaklıklarda sivri, çapaklı veya keskin herhangi bir kısım olup olmadığını düzenli olarak kontrol edin. Ahşap karyolalarda ise çatlak veya kıymık olmamasına dikkat edin. Karyolanın parmaklıklarında diş izleri görürseniz parmaklıkların üstünü plastik şeritlerle boydan boya kapatın (bunları çocuk mobilyası satan yerlerin birçoğunda bulabilirsiniz.).

9. Bebeğiniz küçükken karyola kenarlarına tampon yastıklarını yerleştirin. Bu yastıkların karyolayı çepeçevre sardığından ve kenarlara en az altı yerden sıkı bir biçimde bağlı olduğundan emin olun. Bebeğin boynuna dolaşmasına olanak vermemek açısından bu bağların en fazla 14 cm olmasına dikkat edin.

10. Çocuğunuz tutunarak ayağa kalkmaya başladığında kenar yastıklarını, oyuncak hayvanları, kısaca üzerine basarak dışarıya atlayabileceği herşeyi yatağın içindan çıkarın.

11. Eğer karyolanın üstünde dönence türü oyuncak varsa, bunun karyolaya sağlam bir şekilde takıldığından emin olun. Bu oyuncağın uzanamayacağı kadar yüksekte olması ve hangisi önce gelirse; 5 aylık olduğunda ya da oturabildiği zaman sökülmesi gereklidir.

12. Çocuk vücudunu el ve ayakları ile kaldırmaya başlar başlamaz, karyolaya asılan tüm oyuncakları kaldırın. Eli ile oynaması ve yakalaması için karyolaya gerilen "beşik jimnastiği" benzeri oyuncaklar çocuğunuzun çekmelerine ve yakalamalarına karşı dayanıklıdır ancak çocuk bunların üstüne düştüğü taktirde ona dolanabilir.

13. Düşmelerin en tehlikelisini önlemek için çocuğun karyolasını pencere yanına yerleştirmeyin.

Perşembe

2009 Aşı Takvimi Sağlık Bakanlığı

Sağlık Bakanlığı yayınladığı bir genelge ile aşı takviminde değişiklik yapıldığını bildirdi. Son değişikliklerle birlikte aşı takviminin son hali (2009) şu şekildedir:


doğumda
1.ayın sonunda
2.ayın sonunda
4.ayın sonunda
6.ayın sonunda
12.ay
18-24.ay
İÖ 1.sınıfta
İÖ 8.sınıfta
Hepatit B
I
II


III




BCG


I






DaBT-IPA-Hib


I
II
III

R


KPA (Konjüge Pnömokok Aşısı)


I
II
III
R



KKK (Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak)





I

R

OPA




+

+
+

Td







+
+

Hep B: Hepaitit B aşısı
BCG: Verem aşısı
DaBT-lPA-Hib: Difteri, aselüler Boğmaca, Tetanoz, İnaktif Polio, Hemofilus influenza tip B aşısı
KPA: Konjüge Pnömokok Aşısı
KKK: Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak aşısı
OPA: Oral Polio aşısı
Td: Erişkin Tipi Difteri-Tetanoz aşısı
R: Rapel (Pekiştirme dozu)

Bebeklerde İshal ve Kabızlık Sorunu

Yeni doğmuş ve anne sütü ile emzirilen bir bebeğin dışkısı normal olarak koyu bir çorba kıvamındadır. Eğer bebeğiniz ilk ayını doldurmadan ishal olmuş ise nedeni herhangi bir enfeksiyon olabilir. Bu durumda bebeğin dışkısı yeşilimsi ve sulu olacak, dışkılama sayısı artacak, anne sütü ile beslenen yeni doğmuş bir bebeğin dışkısında normal olarak bulunan süt pıhtıları görülmeyecek ve hoş olmayan bir koku olacaktır.

Eğer yeni doğmuş bebeğinizin ishal olduğundan şüpheleniyorsanız bebeğinizin doktoruna haber veriniz. Eğer doktorunuz bebeğinizin yalnızca hafif bir ishal olduğuna karar verirse, bu durumda size bebeğinizi besleme sayısını ya da beslenme miktarını değiştirmenizi tavsiye edebilir. Bebeğinizi emzirmeye devam edin, ancak bebek her zamankinden biraz daha az iştahlı olursa şaşırmayın. Eğer doktorunuz ishalin daha ciddi olduğunu ya da bebeğin su kaybetmekte olduğunu söylerse, bebeğinizin hastaneye yatırılması gerekebilir.

Yeni doğmuş bebeklerde kabızlığa çok nadir rastlanır. Böyle bir durumda şunu öncelikle anlamalısınız ki, kabızlık bebeğin dışkısının niteliği anlamında kastedilmektedir; yani bebeğin dışkısının gecikmesi kastedilmemektedir. Anne sütüyle beslenen bebeklerin bazıları her emzirme sonrasında altlarını kirletebilirler; bazı yeni doğmuş bebekler de günde bir defa ya da iki günde bir altlarını kirletebilirler. Yani bir bez arayla altını kirletiyorsa, bu durum bebeğin kabız olduğu anlamına gelmez.

Gerçek kabızlık, kolay çıkarılamayan sert ve kuru dışkı anlamına gelmektedir. Anne sütüyle beslenen bebeklerin dışkısı elma püresi kıvamında ve yumuşaklığındadır. Bebek bazan dışkılamakta güçlük çekiyor gibi görünür ama dışkısı yine de sıvı olarak çıkar. Doktorlar bunun için, bebeğin anüsünün çok yumuşak olan dışkı üzerine basınç uygulayamayacak durumda olduğunu ileri sürerler. Genellikle bu durum için herhangi bir tedavi tavsiye edilmez.

Mamayla beslenen yeni doğmuş bebekler bazan dışkılamakta güçlük çekebilirler. Bu bebeklerin dışkıları sert olabilir. Bebek eve getirildikten sonra gelişen kronik kabızlık da doğuştan gelen bir kalıtımsal hastalık nedeniyle oluşuyor olabilir ve bebeğinizin doktoruna bildirilmesi gerekir.

Bebeklerde Uyku Sorunu Problemleri Düzensizliği Uykusuzluk

Uyku problemleri bebeklikte ve hatta ilk çocukluk döneminde sık sık ortaya çıkar. Bu problem, bebeklerini yatağında ağlamaya bırakmanın yanlış olduğunu düşünen anne ve babalar tarafından daha da artırılır. Bebeğiniz gecenin ortasında yatağında ağlamaya başlıyor, hemen içeri koşuyorsunuz, bebeğinizi kucağınıza alıyorsunuz, ona biberonunu veriyorsunuz ya da onunla bir süre oynuyorsunuz. Bunlar huy edinmek için yeterlidir. Bebek, gece uyandığında sizin derhal yanına koşacağınızı, onu avutacağınızı ve eğlendireceğinizi artık öğrenmiştir.

Uyku problemlerinin meydana gelmesini önlemek, mevcut bir problemi ortadan kaldırmaktan daha kolaydır. Erken bebeklik dönemi, gecenin uyku ile geçirilmesi gereken bir zaman dilimi olduğunu bebeğinize öğretmeniz için en uygun zamandır. Şunları uygulayabilirsiniz:

Bebeğiniz iki aylık iken onu yatak odanızdan çıkarın ve kendi odasında yatırmaya başlayın. 2 aylık iken, gece yarısında emzirmekten yavaş yavaş vazgeçin. Bebeğinizi bu saatte beslemek için uykudan uyandırmayın. Eğer bebek uyanmışsa onu 5 dakika kadar ağlamaya bırakın: bebek emzirilmeden uykuya dala-bilir.

Eğer bu işe yaramazsa bebeğinize gündüz ki emzirme imkanından biraz daha az ve her zamankinden daha kısa süre için mama verin. Emzirmeden önce. bebeğinizi birkaç dakika kucağınıza alın ve bunun yeterli olup olmayacağına bakın.

4 Aylık bir bebek gecenin saat 2 sinde beslenmeye gereksinim duymaz. Bu çağda bebekler gecenin bu saatinde emzirilmek istemeye devam ederlerse, yakın bir zamanda bunu adet edinebilirler. Bu öğünü 4 aylık oluncaya kadar ortadan kaldırmazsanız, daha sonra ortadan kaldırmanız gittikçe zorlayacaktır.

Eğer bebeğiniz ağlarsa yanına gidin, onu kucağınıza almak yerine bir süre sırtını sıvazlayın ve konuşarak susturmaya çalışın. Ona, o saatte olması gereken yerin sizin kucağınız değil, kendi yatağı olduğunu anlatmalısınız.

6 aylık bebek ayrılıklardan endişe duymaya başlar. Bebeğinizin yanında, battaniye ya da doldurulmuş bir oyuncak hayvan bırakmak suretiyle geceleri onunla avunmasını sağlayabilirsiniz. Bebek odasının kapısını açık bırakmak da çocuğunuzu da rahatlatacaktır. Ancak gündüz vakti ona daha fazla sevgi göstermelisiniz. Odasına bir gece lambası koymak da faydalıdır.

Bebeğiniz 12 aylık olduğunda, artık sürekli bir yatma saati edinmiş olmalıdır. Eğer bebeğinizin korkun rüyalar görme ya da yatma esnasında korku duyması adeti varsa, yatağın başucuna birkaç dakika oturun ve onu rahatlatmaya çalışın.

Bıngıldak Nedir Bıngıldak Gelişimi Bıngıldak Ne Zaman Kapanır

Her bebek kafasının üst kısmında yumuşak bir bölümle (bıngıldak) doğar. Bu, doğum esnasında bebeğin oldukça dar olan doğum kanalından kolayca geçmesini sağlar. Bu şekilde bebeğin başı bu kanaldan kolayca geçebilir.

Kafatası kemikleri birbirine iyice yapışık bir bebek başının böyle bir kanaldan geçmesi mümkün değildir. Dolayısıyla, bebeğin kafasının üst tarafında, dört parça kafatası kemiğinin henüz birbirine birleşmediği yumuşak bir kesim (bıngıldak) vardır.

Bıngıldak büyüklüğü çok değişiktir. Genellikle en geniş bıngıldak, en geç kapanandır. Bazı bebeklerde kafatası kemikleri doğumdan dokuz ay sonra birleşir. Bazılarında ise bu süreç iki yılda tamamlanır. Ortalama oniki ila onsekiz ay arasındadır.

Yeni anne babalar bu yumuşak kesimden çok endişelidirler. Bazı anneler, bebeğin beynine zarar vereceği korkusu ile bu bölgeyi yıkamaktan çekinirler. Aslında, bebeğin beyni normal bir şekilde yıkamaya karşı koruyucu bir zar ile bu bölgede korunma altına alınmıştır. Bu koruyucu zar bir keten kumaş kadar sağlamdır. Bebeğin başına yavaşça dokunmak ya da yıkamak bu yüzden anne babalar için hiç de o kadar korkutucu olmamalıdır.

Bazen bu yumuşak bölgede bir nabız atışı hissedebilirsiniz. Bu endişelenecek bir şey değildir. Bununla beraber, eğer bir şişlik ya da çökme farkederseniz, özellikle bebeğinizin normalden farklı davranışları olduğu durumlarda, hemen aile doktorunuzu ya da herhangi bir çocuk doktorunu aramalısınız.

Bebeklerde Kusma Nedenleri Sebepleri Önlemleri

Yeni doğan bir bebek için, hatta daha büyük bebekler için bile beslenme sonrasında bir miktar besini dışarı çıkarmak az rastlanan şey değildir.

"Çıkarma" (yenen gıdaların çıkarılması), bebeğin ağzından küçük miktarda sütün dışarı çıkmasıdır, çıkarma, kusma ile karıştırılmamalıdır. Kusma esnasında bebeğin midesindeki her şey güçlü bir şekilde ağızdan dışarı çıkarılmaktadır.

Kimi yeni doğmuş bebekler her beslenme sonrası yedikleri gıdanın bir miktarını çıkarırlar, kimi bebekler yalnızca çok nadir aralarla çıkarırlar. Çıkarma çoğu anne babalar için çok sorunlu bir olaydır (çünkü çoğu anne baba, omuzlarında bir bez olmadan bebeklerini kucaklarına almamaları gerektiğini öğrenmişlerdir; oysa, bu nadiren bir probleme yol açar. Genelikle çocuk 7 aylık ile 12 aylık arasında bir yaşa geldiğinde, yeni bebek oturtulabiliyor ya da hareket edebiliyor ise problem kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

Bebeğin yediği gıdaları neden çıkardığı tam olarak bilinmemektedir; bunun sebebi belki de olgunlaşmamış bir sindirim sistemi yüzündendir. Daha büyük çocukların ya da yetişkinlerin aksine küçük bebeğin yemek borusu ile midesinin üst kısmı arasındaki kaslar henüz mide içeriğini aşağı doğru itecek sekide gelişmemiştir. Dolayısıyla, herhangi bir hareket, hatta bebeği yatırmak kadar bir hareket bile ya da sindirim sisteminin kendi tepkisi dolayısıyla beslenme esnasında alman süt dışarı çıkmaktadır.

Bebeğin ağzından çıkan süt genelikle biraz ekşimsidir ve süt pıhtısı içeriyor olabilir. Bu konuda endişelenmeye gerek yoktur; çünkü dışarı çıkarılan süt sindirilme aşamasındadır.

Bebeğiniz yediği gıdaları çıkartıyor ise ne yapmalısınız?
Bazen bebekler midelerindeki gaz yüzünden yedikleri gıdaları çıkartırlar. Bu yüzden beslenme sonrasında bebeğinizi geğirtmek çok önemlidir. Biraz zamanlarını alsa bile, anne ve babalar bebeklerini her beslenme sonrasında geğirtmeye çalışmalıdırlar. Bazı doktorlar bebeklerin mama sandalyesi gibi bir yerde beslenme sonrasında yarım saat kadar dikine oturtulmasını da tavsiye etmektedirler.

Eğer yediği gıdaları çıkaran bir bebeğiniz varsa, bu problem muhtemelen ne yaparsanız yapın devam edecektir. Bebeğiniz sağlıklı olduğu ve kilo almaya devam ettiği sürece doktorunuz bunu önemsemeyecektir; bu sizin için de önemsenmeyecek bir olay olmalıdır.

Bununla beraber, kusmak endişe gerektiren bir olaydır. Yeni doğmuş bir bebek, doğumdan birkaç saat sonra, hafif kan karışmış olarak sümüksü bir sıvı kusar. Bu, genellikle endişe gerektirmeyen bir olaydır. Çünkü bu kan doğum esnasında annedeki kanamanın bebek tarafından yutulması nedeniyle kusmuğa karışmıştır. Kusma genellikle birkaç emzirme sonrasında da ortaya çıkabilir. Bununla beraber, daha fazla sürerse, bu yemek borusu ya da bağırsaklarda daha ayrıntılı bir incelemeyi gerektiren bir engel ya da tıkanıklık yüzünden olabilir.

Kusma ayrıca süte toleranssızlık ya da başka bir hastalığın başlangıç işareti olarak da ortaya çıkabilir.

Bebeğiniz kusarsa ne yapmalı?
Beslenme sonrasında gıdasını çıkarma adetinde olan bazı bebekler günde bir defa gibi sık aralıklarla büyük miktarlarda kusarlar. Bu durumda doktorunuza durumu bildirebilirsiniz; fakat yine de yukarıda söylendiği gibi bebek sağlıklı görünüyor ve kilo almaya devam ediyorsa muhtemelen endişelenecek herhangi bir neden yoktur.

Eğer kusmukta kan ya da yeşil safra varsa bebek derhal tıbbi muayene görmelidir, çünkü böyle bir durum ciddi bir hastalık belirtisi olabilir.

Kusmak kimi zaman bir enfeksiyon belirtisi olabildiği için, aslında hiç çıkartma adetinde olmayan bebeğiniz aniden kusarsa, bebeğin vücut ısısını almalısınız. Eğer vücut ısısı normal ise ve bebeğin davranışları bir anormallik göstermiyorsa muhtemelen her şey yolundadır. Eğer bebek kusmaya devam ederse doktorunuza haber veriniz.