Kanser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kanser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Salı

Kalın Bağırsak Tümörleri Kanseri Nedenleri Belirtileri Tedavisi

Kalınbağırsak tümörleri iyi ya da kötü huylu olabilir. İyi huylu tümörler oldukça seyrek, kötü huylular ise çok daha yaygındır. Kötü huylu bağırsak tümörleri sindirim kanalında görülen tümörler arasında, mide ve düz bağırsak (rektum) kanserlerinden hemen sonra üçüncü sırada gelir. Yemek borusu kanseri ve sindirim kanalının öteki bölümlerinde rastlanan kanserlerden ise daha yaygındırlar. Bu kanser türü genellikle erişkinlik ve yaşlılık döneminde görülür.

Klinik açıdan önemli bir nokta, sağ kalınbağırsak çapının sol bağırsağınkine oranla daha büyük olmasıdır. Bu nedenle bağırsaktaki geçiş ile ilgili yakınmalar sol yanda sağa göre daha erken görülür; başka bir deyişle sol kalınbağırsak kanserlerinin hastalık belirtileri sağ kalınbağırsaktan daha çabuk ortaya çıkar.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ NEDENLERİ..
Kalınbağırsak kanserinin nedeni bilinmemektedir, ama kanser oluşumunu hazırlayan etkenler iyi bilinir.

- Çevresel etkenler. Kanser yapıcı etkenlerin harekete geçmesini sağlayan ve onları yönlendiren çevresel etkenler vardır.

Amyant işçilerinde, dokuma sanayisinde, çelik dökümhanelerinde ve sentetik iplikle halı dokunan fabrikalarda çalışan işçilerde kalınbağırsak kanserine yakalanma tehlikesi daha çoktur.

Selenyumun kalınbağırsak kanserindeki etkisi tartışmalıdır. Kalınbağırsak kanseri hastalarının kanlarındaki selenyum düzeyi düşük bulunmuştur. Su ve toprağında yüksek oranda selenyum bulunan bölgelerde kalınbağırsak-düz bağırsak kanserlerine bağlı ölümlerde azalma saptanmıştır.

- Beslenmeye bağlı etkenler. Günümüzde henüz bağırsak kanserine neden olan kanser yapıcı bir hastalık etkeni saptanmamıştır. Batı tipi beslenme, bağırsak kanseri tehlikesini artıran bir etkendir. Örneğin, kalınbağırsak kanserinden ölümlerle hayvansal yağ tüketimi

arasında kuvvetli bir ilişki vardır. Fazla bira tüketiminin de düz bağırsak (rektum) kanserine yol açabileceği düşünülmektedir. Lahana ve Brüksel lahanası gibi bazı sebzelerin kalınbağırsak kanserine karşı koruyucu etkisi vardır. Bunların içerdiği yükseltgeme önleyici (anti oksidan) maddelerin, kemirici hayvanlarda, polisiklik (birden çok karbon halkası taşıyan) hidrokarbonların yol açtığı kanser oluşumunu engellediği belirtilmiştir.

Lifli besinlerle beslenmenin de koruyucu etkisinden söz edilir. Bu varsayıma göre, daha çok lifli besinler tüketen Afrika toplumlarında, Batılı beslenme alışkanlıklarına sahip toplumlara oranla kalınbağırsak-düz bağırsak kanserinin görülme sıklığı çok daha azdır.

- Kalıtsal etkenler. Kalıtsal etkenlerin çok önemli olduğu görülmektedir.

- Kanserli hasta ailelerinde kansere yakalanma olasılığı nüfusun öteki bölümüne göre daha yüksektir.

- Ailesel polipoz ve Gardner Sendromu gibi iki kalıtsal hastalık büyük oranda kalınbağırsak kanserine eşlik eder.

- Meme, rahim ve yumurtalık kanserine yakalanmış hastaların ailelerinde kalın-bağırsak kanseri sıklığı yüksektir.

- Kalınbağırsak kanserinin yüksek oranda görüldüğü ailelerde, hastalar genellikle gençtir; sağ kalınbağırsak tümörüne daha çok rastlanır; birkaç organda tümör vardır.

Bazı olgularda bağırsak tümörü meme ve dölyatağı tümörleriyle birlikte görülebilir.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ ÖNCESİNDE GÖRÜLEN LEZYONLAR..
- Polipler. Sindirim kanalında boşluğa doğru çıkıntı yapmış, saplı ya da sapsız oluşumlara polip denir. Yalnız adenometöz polipler kanser öncesi görülen lezyonlardandır.

Polip-kanser ilişkisi aşağıdaki özellikleri gösterir:

- kanser-adenom birlikteliği oldukça sıktır;

- adenomlar ile kalınbağırsak ve düzbağırsak kanserlerinin vücutta dağılımı birbirine benzer;

- adenom ve karsinomların yaşa bağlı olarak çizdiği eğriler yaklaşık 10 yıllık bir farkla koşut gider;

- adenomların seyrek görüldüğü ülkelerde kanserin görülme oranı düşüktür;

- kalınbağırsak boyunca saptanan poliplerin yaygın biçimde kesilip alındığı toplumlarda kanser görülme sıklığı daha azdır.

Günümüzde adenomların kanser yapıcı lezyonlar olduğu genellikle kabul edilmiştir. Adenomlardan kanser gelişme tehlikesi polipin büyüklüğüyle, hücre tipiyle, doku yapımındaki değişiklik derecesiyle (displazi) ve poliplerin sayısıyla ilişkilidir.

- Düzbağırsak ve kalınbağırsağın ülserli iltihabı. Düz bağırsak ve kalınbağırsakta iltihabi hastalığı (Crohn hastalığı ve ülserli kolit) olan kişilerde, hastalığın ileri yıllarında kalınbağırsak kanseri oluşma tehlikesinin genel nüfusa oranla 10 kat daha fazla olduğu kabul edilir. Bu hastalarda kanser normal kişilerden 20 yıl kadar daha önce, 30-40 yaşlarında görülür.

Çocukluk çağında başlayan düzbağırsak ve kalınbağırsak iltihabı olgulannda, hastalık süresi 10 yılı bulduğunda büyük olasılıkla hastalığın uzamasına da bağlı olarak kanser tehlikesi artar. Düzbağırsak ve kalınbağırsaklarında ülserli iltihap olan hastalarda, hastalık süresi 30 yılı geçtiğinde ve olay kalınbağırsağın tümüne yayıldığında kansere yakalanma oranı yüzde 56 ya çıkar.

Bu hastalarda erken kanser tanısı oldukça zordur. Belirtiler her iki hastalıkta da birbirine çok benzer. Ayrıca radyolojik bulguların yorumlanmasında güçlükler görülebilir. Kesin tanı, kalınbağırsağın bir alet yardımıyla doğrudan gözlemlenip (kolonoskopi) değişik bölgelerinden birçok örnek alınarak (biyopsi) bunların incelenmesiyle konulur.

- Divertiküller. Tümörün bulunduğu kalınbağırsak bölümünün dışa doğru cepleşmesi 60 yaşın üzerindeki kişilerin yüzde 40-50 sinde görülür. Bu nedenle sık görülen bir belirtidir. Çok sayıda divertikül oluşumu (divertiküloz) kanser yapıcı bir hastalık değildir.

- Safrakesesinin çıkartılması (kolesistektomi). Safrakesesi açlık durumunda önemli miktarda safra tuzu içerir. Safrakesesi ameliyatla alınınca bu birikim gerçekleşemediğinden, safra tuzları olanca hızıyla dolaşır. Böylece bağırsak bakterilerinde safra tuzlan daha çok görülür ve safra asitleri artar. Bunların metabolizmasından kalınbağırsak ve düzbağırsak mukozası için kanser yapıcı kabul edilen birtakım maddeler türer. Bu nedenle geçmiş yıllarda safrakesesinin alınmasının kalınbağırsak kanserinin oluşmasında bir tehlike etkeni olabileceği tartışılmıştı. Son yıllardaki klinik çalışmalarda ise, safrakesesi alınan kişilerde kalınbağırsak kanserine yakalanma oranının daha yüksek olduğuna ilişkin belirgin bir sonuç alınamamıştır.

KALIN BAĞIRSAK TÜMÖRÜNÜN TİPLERİ..
İlk olarak kanserin tek başına görüldüğünü belirtmek gerekir, yani hastalık bağırsağın yalnızca bir bölümünde yerleşir. Bazı olgularda bağırsağın birden çok yerinde tümör kütlesine rastlanabilir. Başlıca üç tipi vardır: Ülserli tip, vejetan tip ve skiröz tip.

Ülserli kanserin özelliği, tümör içindeki damarların yıkımı sonucunda tümör kütlesi üzerinde geniş yaraların (ülserlerin) bulunmasıdır. Ülserleşme ilerleyicidir; bağırsak duvarını derinliğine aşındırma eğilimini gösterir. Sonraki aşamada karın zarına ya da daha önce gelişen yapışıklıklar sonucunda kanserli bölgeye yaklaşmış öteki organlara doğru aşınma sürebilir. Vejetan tip kanser, öncelikle bağırsak kanalına doğru büyüyen, önce daralma sonra da bütünüyle tıkanmaya neden olan et yığını görünümünde bir kütleyle belirlenir. Bu kütle çevresinde genellikle doku ölümlerine bağlı gelişmeler, kütlenin kendisinde de bazı biçim bozuklukları ve kanamalar görülebilir. Skiröz kanser tipinde ise tümör bağırsak kanalının içine sarkmadan bağırsak duvarında ortaya çıkar. Her kanser tipinde sonuç az çok aynıdır. Kanser hücrelerinin yerleştiği bölgede bağırsak duvarı kalınlaşır. Bu da bağırsak kanalının daralmasına yol açar.

KALIN BAĞIRSAK TÜMÖRÜNÜN YAYILIMI..
Uzun ya da kısa süren birinci dönemden sonra, kanser birincil yerleşim alanından organizmanın başka bölgelerine doğru yayılma eğilimine girerek metastaz adı verilen ikindi odaklar yapar.

Kötü huylu kalınbağırsak tümörlerinin yayılımı değişik yollar izler. Kanser hücreleri kapı toplardamarı yoluyla karaciğere gelir ve burada birçok yayılım odakları oluşturur. Bu odaklar beyazımsı, sert, karaciğer yüzeyinden kabarık, yuvarlak oluşumlardır. Kanser hücreleri daha sonra kan yoluyla akciğere ulaşır. Kalınbağırsağın zengin lenf ağı, lenfler yoluyla yayılmayı kolaylaştırır. Kanser hücreleri üst ve alt bağırsak askısı (mezenter) damarlarıyla birlikte giden lenf damarları yoluyla önce kalınbağırsağın yanındaki ve üstündeki lenf düğümlerini, sonra orta bölümdeki lenf düğümlerini, son aşamada ise merkezi bağırsak askısı lenf düğümlerini tutar. Tutulan lenf bezleri büyür ama en belirgin değişim, sertliklerindeki artıştır.

Bir başka yol, bağırsaklarda oluşan doğrudan yayılmadır. Kanserli doku parçacıkları ana kütleden koparak sindirim kanalını izleyip, bağırsağın daha aşağı bölümlerine gider ve orada yerleşirler. Burada büyüyüp gelişerek, kaynaklandıkları kanser kütlesinin boyutlarına bile ulaşabilirler.

Kanserin son yayılma biçimi bağırsak duvarı içinde gerçekleşir. Kanser, duvar içindeki lenf damarlarını izleyerek, bağırsak duvarı boyunca karın zarına kadar gider ve birincil kanser kütlesinin kapladığı alandan daha geniş bir bölgeye yayılır. Kanser hücreleri karın zarına ulaşınca çevreye yayılarak kanlı asit (karın boşluğunda kanlı sıvı toplanması) oluşturan yaygın karın zarı kanserine yol açarlar. Bu tabloda karın zarı büyük miktarda kanlı sıvı üreterek kanser hücrelerinin saldırısına karşı koymaya çalışır ya da kanser hücreleri Douglas boşluğuna (erkekte düzbağırsak ile idrar torbası arasındaki, kadında ise düzbağırsak ile dölyatağı arasındaki çukur alan) ve kadınlarda her iki yumurtalığa yerleşir. Karın zarına ulaşan kanser komşuluk yoluyla da yayılabilir. Böylece incebağırsağın kıvrımlarında, böbrek ve idrar borularında, omurganın bel ve kuyruksokumu arasındaki bölümü ile mesanede kanser görülebilir.

Kanserin geniş yayılımı, köklü bir cerrahi girişimi engeller. Hasta bu nedenle ameliyat edilemez. Lenf yoluyla yayılan yerel kanserler bu grupta yer almaz.

Ameliyat edilemeyen olgularda, bağırsak kanalında geçişin aksamaması için yalnızca belirtilere yönelik cerrahi yöntemlere başvurulur. Bu tür girişimler hastanın yaşam süresini uzatmada pek etkili değildir. Tedavinin en önemli noktası erken tanıdır.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ BELİRTİLERİ..
Kalınbağırsak kanseri belirtileri ilerleyicidir ve birbirini izleyen üç evre gözlenir. Bu evreler daralma öncesi evre, daralma evresi ve tıkanma evresi olarak adlandırılabilir.

Bunların en önemlisi ilk evredir. Bu aşamada kanser henüz bağırsak kanalını daraltacak büyüklüğe ulaşamamıştır, yani daha gelişiminin başlangıç evresindedir. Başlangıç döneminde hastalar tam olarak tanımlayamadıkları çeşitli yakınmalar belirtir. Kanserin geliştiği yere uyan karnın belirli bir bölgesinde geçici dolgunluk duyusu, çekilme tanımlarlar. Bu yakınma gerçek bir ağrı değildir. Daha sonra pek açıklanamayan iştah azalması, hafif kilo yitimi ve çabuk yorulma görülür. Bazen birkaç gün süren ve geldiği gibi birden kesilen ishal de görülebilir.

Bazen de ishal yerine dışkıyı yumuşatıcı ilaçlara (müshiller) karşın geçmeyen inatçı kabızlık vardır. Bu başlangıç belirtileri göz ardı edilmemelidir. Gerçekte belirtilerden hiçbiri kalınbağırsak kanserine özgü olmasa da, bağırsakta olağandışı birtakım olayları düşündüren belirtilerin biri bile hastayı kuşkulandırmalı ve sorununu açıklığa kavuşturmak için bir radyolojik inceleme yaptırmalıdır. İnceleme sonucu olumluysa, hasta kafasındaki sorunu çözerek rahatlayacaktır. Ama kanser tipinde organik bir lezyon bulunursa hiç zaman yitirmeden cerrahi tedaviye başvurulmalıdır. Erken yakalanan tümörün cerrahi girişim ile bütünüyle alınma olasılığı vardır ve hasta tam olarak iyileşeceğini ümit edebilir.

Zaman yitirdikçe daralma öncesi evreden, daralma evresine girilir. Bu evrede kanser daha da büyüyerek bağırsak kanalını daraltır. Böylece daralmanın olduğu yerde bağırsak geçişi zorlaşır, daralma yerinin önünde bağırsak içeriği birikir ve kokuşma başlar. Örselenen bağırsak bölümünde salgı ve özellikle kasılmaların artmasıyla biriken bağırsak içeriği, kanser kitlesinin oluşturduğu engelin ötesine doğru geçmeye zorlanır. Klinik olarak, bu olaylar bağırsak kasılmalarına bağlı ağrı nöbetleri, dönüşümlü ishal ve kabızlık dönemleriyle ortaya çıkar. Özellikle bu belirtilerin zamanlaması çok önemlidir. Önce kabızlık dönemi, ardından da ağrı nöbetleri görülür. Bağırsak kasılmaları sonucunda engel aşılıp dışkı çıkarılabilir. Kalınbağırsak kanseri düşünülerek tanıya ulaşmanın oldukça kolay olduğu bu dönemde bile radyolojik inceleme gerekir ve kuşkulu bir kütle saptandığında cerrahi tedaviye geçilmesi gerekir. Kökten ve çözümleyici bir cerrahi girişim olasılığı bu dönemde hala çok güçlüdür.

Zaman geçtikçe hastanın genel durumu bozulur; kilo yitimi ve halsizlik artar, iştah azalır. Hasta bütün çabalarına karşın yemeklere karşı tiksinti ve bulantı duyar. Giderek artan kansızlık gelişir. Yüz rengi mum beyazıdır. Tıkanma evresi bu belirtilerle kesinleşir. Bağırsak içeriği artık ilerleyeme~, bağırsak kanalı bütünüyle kapanmıştır. Tıkanmanın bazı özellikleri vardır. Bağırsak kanalı birkaç gün tam olarak kapalı kalır. Bu süre içinde kanser kütlesindeki doku ölümü ve biçim bozuklukları sonucu tıkanma bölgesinde bir bölüm açılarak geçişe olanak sağlar. Ama bu açılıp-kapanma olayları iki-üç kez yinelendikten sonra bağırsak bir daha açılmamak üzere kapanır. Hastanın genel durumu hızla bozulur, sıvı yitimi artar ve zehirli maddeler kan dolaşımına geçer. Bazı durumlarda hasta ne yazık ki, ancak bu aşamada hastaneye başvurur. Tıkanma yerini saptamak amacıyla kontrast madde verilmeden yapılan radyolojik karın incelemesinden sonra, hastanın karı açılarak tümörün çıkartılıp, çıkartılamayacağına karar verilir.

Bu evrede radikal girişim olasılığı büyük ölçüde azalmıştır.

Kalınbağırsak ve düzbağırsak kanserinin önemli bir belirtisi makattan dışkıyla birlikte kan gelmesidir. Bu durumda hemen endoskopik inceleme yaptırılmalıdır. Özellikle düzbağırsak tümörlerinin saptanmasında radyolojik inceleme tek başına yeterli değildir.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ KOMPLİKASYONLARI..
Bazı durumlarda, daha tıkanma evresine gelmeden ortaya çıkan istenmeyen durumlar hastalığın gidişini hızla kötüleştirir: Kalınbağırsak içeriğinde büyük miktarda mikrop bulunduğu göz önüne alınırsa, oluşan bağırsak delinmesine bağlı ağır gidişli ve yaygın karın zarı iltihabının gelişmesi; karın içindeki öteki organlarla bağırsak arasında fistül oluşması; ya da birkaç kan damarının yıkımı sonucunda ağır ve ölümcül sonuçlar doğurabilecek kanamaların başlaması başlıca komplikasyonlardır.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ TANISI..
Kalınbağırsak kanseri tamsı erken konmalıdır. Bu amaçla, röntgen ışınlarını geçirmeyen madde içeren bir lavman yapıldıktan sonra çekilen filmler, dışkıda gizli kan aranması, dışkıda kanser hücrelerinin araştırılması, hastanın klinik bulgulan ile birlikte değerlendirilir. Klinikte yeni kullanılmaya başlanan kolonoskopi çok yararlıdır. Günümüzde 1,5 metre uzunluğa ulaşabilen bükülebilir aletler aracılığıyla bağırsağın hastalıklı bölümü doğrudan görülebilmekte, belirlenen yerlerden istenilen doku örnekleri alınabilmektedir. Kolonoskopi poliplerin saptanmasında ve bunların kolonoskop içinden geçen teller ve elektrikli koterler aracılığıyla çıkanlmasmda da çok yararlıdır. Kalınbağırsak kanseri ve poliplerin birlikte bulunduğu durumlarda, ameliyat edilen bölümün dışındaki bütün polipler de temizlenmelidir.

Kalınbağırsak kanseri tanısı konduktan sonra tedavi yöntemi hemen seçilmeli ve bu da cerrahi tedavi olmalıdır. Cerrahi tedavi açısından kalınbağırsağın sağ yan kanserleri ile sol yan kanserleri ayrılmalıdır. Ayrıca kanserin ameliyatla alınıp alınamayacağının bilinmesi de çok önemlidir. Karaciğere, dalağa, akciğere yayılmış kanserler ile komşu organları tutmuş kanser türleri ameliyat edilebilme sınırını aşar. Bu durumun anlaşılabilmesi ancak cerrahi girişim sırasında yayılım odaklarının ya da çevre dokularda tutulmanın gözlenmesi ile olanaklıdır.

Kalınbağırsağında ya da düzbağırsağında kanser bulunduğu saptanan tüm hastaların idrar yollarının incelenmesi (kanser idrar borularına ve/ya da idrar torbasına yayılabilir); bir göğüs filminin çekilmesi (akciğer yayılımı) ve karın bölgesinin bilgisayarlı tomografisinin çekilmesi (CAT) (karaciğer ve lenf bezlerine yayılımın saptanması için) zorunludur.

Her ne kadar tanı için yetersiz olsa da, doğrudan karın filminin çekilmesi kalınbağırsak ya da düzbağırsak kanseri kuşkusu uyandırabilecek bulgular suna-bilir: Bir kalınbağırsak bölümünde dışkının hemen hiç olmaması, öte yanda ise gaz ve dışkı birikmesi kanser kuşkusu uyandırabilecek bir bulgudur.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ CERRAHİ GİRİŞİMİ..
Ameliyatına karar verilen sağ kalınbağırsak kanseri olgusunda sağ hemikolektomi yapılır. Bu ameliyatta körbağır sak ve ileumun son kısmı ile sağ kalın-bağırsak kesilerek çıkartılır. İleum ile yatay kalınbağırsak birbirine ağızlaştırılır. Tümör ameliyatla çıkartılabilecek durumda değilse, kanserli bölge yerinde bırakılır. Bu bölgenin bağırsak içeriği dolaşımının dışında tutulması sağlanarak ileumun son kıvrımı yatay kalınbağırsak ile ağızlaştırılır. Bu geçici cerrahi girişim hastaya ancak belli bir süre için rahatlama sağlar. Kanser sol kalınbağırsaktaysa ve ameliyata uygun evredeyse, genel olarak sol hemikolektomi yapılır; yani inen kalınbağırsağın tümü çıkartılarak yatay kalınbağırsak ile kalınbağırsağın son kısmı birbirine ağızlaştırılır. Kanserli kütle çıkartılamayacak durumdaysa yatay kalınbağırsak ile kalınbağırsağın son kısmı birbirleriyle ağızlaştırılır ve biraz önce değinilen, çıkartılamayacak durumdaki sağ kalınbağırsak kanserine uygulanan geçici girişim burada da gerçekleştirilir.

Tümörün makata çok yakın olduğu durumlarda ise kalınbağırsağın sağlam parçası karın zarına ağızlaştırılır (kolostomi) ve dışkılama bir torba aracılığıyla gerçekleştirilir.

Cerrahi tedavi genellikle başarılı sonuçlar verir. Radikal cerrahi tedaviden sonra 5 yıllık yaşama süresi yüzde 60 a yakındır. Bu oran erken tanı konan olgularda daha da yüksek olabilir.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ ÖNLEMLERİ..
Kalınbağırsak kanserlerinin önlenmesi için, koruyucu önlemlerin alınmasının yanı sıra kanserin erken bir evrede tanınması amaçlanır. Son yıllarda standartlara bağlanmış ölçüm ve yöntemler kullanılarak birçok kanser tarama programı gerçekleştirilmiştir. Günümüzde kalın-bağırsak kanseri tanısında en yaygın kullanılan inceleme yöntemi dışkıda gizli kan aranmasıdır (bak. Cilt 6: Tanıya Yardımcı İncelemeler).

Düzbağırsağa (rektum) makattan parmak sokularak yapılan muayene tek başına tanıya götürmede yetersizdir, çünkü parmakla ulaşılabilen bölümdeki kanserler yalnızca yüzde 15 oranındadır.

Rektosigmoidoskopi (düzbağırsağın ve sigmoit kolonun sigmoidoskop ile içerden incelenmesi) kalınbağırsak tümörlerinin yüzde 70 inde tanıya ulaşmayı sağlasa da, hastaların uygulamayı çok sıkıntılı bulması, teknik zorluklar ve pahalı olması nedeniyle yaygın olarak kullanılamamaktadır.

Kalınbağırsak kanseri tarama programlarının sonuçları incelendiğinde, kanser odaklarının erken tanısı yapılıp tedaviye başlanan olgularda da, hastalığın doğal gidişinin fazla değişmediği gözlenmiştir. Buna karşın, tam donanımlı merkezlerde yapılan tarama testlerinin, kalınbağırsak kanser ve poliplemm erken tanı ve tedavisindeki yararı üzerinde giderek artan bir fikir birliği oluşmaktadır. Özellikle adenomatöz poliplerin tanı ve tedavisi kalınbağırsak kanserini önlemede çok önemlidir.

Kanser Belirtileri Nelerdir Kanserin Bilinen Belirtileri Nelerdir

Kanserde erken tanının önemini artık hepimiz biliyoruz. Hastalığın tanısının konmasının uzaması ile kaybedilen zaman, bazen bireyin sağlığını tehdit edecek boyutta olabiliyor. Aşağıda hangi belirtiler görüldüğünde kanserden şüphelenilmesi gerektiği hakkında bilgi bulacaksınız:

Cilt:
- Renk, şekil ve büyüklüğü değişen, çabuk kanayan veya ülserleşen benler,
- İyileşmeyen yaralar varsa,
- Ve uzun süreli güneş ışığına maruz kalıyorsanız

Ağıziçi, Boğaz:
- Ağızda iyileşmeyen ağrılı/ağrısız yaralar,
- Ağıziçi ve dudakta beyaz veya kırmızı plaklar, kitle veya sertlikler,
- Yeni gelişen işitme kaybı veya kulakta çınlama, ses kısıklığı gibi yakınmalar varsa
- Ve alkol, sigara kullanıyorsanız

Akciğer:
- Geçmeyen veya karakter değiştiren öksürük,
- Kanlı, pis kokulu balgam,
- Yeni gelişen ses kısıklığı veya değişikliği,
- Göğüs ağrınız varsa,
- Sık ve uzun süreli akciğer enfeksiyonu (bronşit, zatürre) geçiriyor
- Ve sigara kullanıyorsanız

Meme:
- Göğsünüzde ele gelen kitle,
- Meme derisi üzerinde kalınlaşma, çökme veya çekilme,
- Meme başından berrak veya kanlı akıntı varsa
- Ve ailede meme kanseri hikayesi mevcutsa

Sindirim Sistemi:
- Yutma güçlüğü, uzun süren kusma/bulantı,
- Uzamış ishal veya kabızlık,
- Barsak hareketlerinde düzensizlik,
- Koyu renkli veya kanlı dışkı,
- Uzun süreli karın ağrısı veya baskı hissi,
- Açıklanamayan kilo kaybı varsa
- Ve ailede barsak kanseri veya hastalığı hikayesi mevcuts

Kadın Üreme Sistemi:
- Adette düzensizlik, fazla kanam veya uzun süreli kanama,
- Adet dönemleri arasında veya menopoz sonrası kanama,
- Cinsel ilişkiden sonra kanama,
- Normalden fazla vajinal akıntı varsa
- Ve östrojen tedavisi görüyorsanız

Erkek Üreme Sistemi:
- Sık ve ağrılı idrara çıkma,
- Kanlı idrar gelmesi,
- Yeni gelişen iktidarsızlık,
- Testislerde sertlik veya ele gelen ağrısız kitle varsa

Lenf Sistemi:
- Boyun, koltukaltı ve kasıklarda ele gelen, çoğunlukla ağrısız kitleler,
- Kilo kaybı,
- Gece terlemeleri,
- Uzun süren ve açıklanamayan ateşler,
- Ciltte nedensiz beliren döküntü ve morluklar varsa

İskelet Sistemi:
- Ele gelen kitle veya şekil bozukluğu,
- Kemiklerde şiddetli ağrı,
- Hareket kısıtlılığı varsa

Sinir Sistemi:
- Şiddetli ve uzun süreli baş ağrıları,
- Çift görme veya görme kaybı,
- Yeni gelişen dengesizlik, baş dönmeleri, uyuşma veya felçler,
- Şuur bulanıklığı, konsantrasyon güçlüğü,
- Konuşma güçlüğü,
- Kişilik değişiklikleri varsa

Yukarıdaki belirtileri gördüğünüz ve hissettiğinizde en kısa sürede bir uzmana danışınız.

Gırtlak Kanseri Belirtileri Teşhisi Tedavisi

Hemen hemen herkes arada bir ses kısıklığından şikayet edebilir. Larenjit veya üşütmeden olan ses kısıklığı birkaç günde geçer.

Gırtlak Kanseri Belirtileri..
- Ses kısıklığı,
- Yutma zorluğu ve acı,
- Boynunuzda şişme.

Ses kısıklığı birçok gırtlak rahatsızlıklarının belirtisi olabilir ama gırtlak kanserinin tek belirtisi budur. Gırtlak kanserlerinin çoğu ses tellerinde veya hançere (larnyx) de olur. Yutkunmada acı veya boyun şişmesi başka tür kanserlerin belirtisidir.

Sigara, püro veya pipo içenler içmeyenlere göre çok fazla risk taşırlar. Aynı şekilde alkol alanlarda da risk oranı yüksektir, içki ve sigara birlikte kullanılıyorsa risk daha da büyür.

Gırtlak kanserleri 60 yaş civarında en sık görülür. Erkeklerde kadınlara oranla daha fazladır. Sadece ses kısıklığından şikayet ediyorsanız, başkaca belirtiler yoksa ve kısıklık 2 haftada geçmezse doktora başvurun. Ayrıca boynunuzda şişme ve yutma zorluğu da birkaç hafta sürerse, doktorunuza başvurmalısınız.

Gırtlak Kanseri Teşhisi..
Doktorunuz boğazınızın genel muayenesini yaptıktan sonra larengoskopi denen bir muayene de yapacaktır. Larengoskopinin iki tipi vardır:Direk ve indirek.

İndirek larengoskopide gırtlağa bir ayna yardımıyla bakılır. Bu basit işlem muayenehanede bile yapılabilir. Önce ağzınızı açmanız ve nefes almanız istenir. Hava yolunu açmak için diliniz hafifçe dışarı çekilir. Özellikle kusma refleksiniz çok güçlüyse boğazınızı ve yumuşak damağınızı uyuşturmak için bir lokal anestezik sıkabilir. Daha sonra doktorunuz boğazınızın arkasına doğru bir ayna sokacaktır. Siz "aaa ve eee" derken gırtlağınız yükselecek ve içi aynada görülecektir.

Tümör ya da başka bir anormallik varsa aynada kolayca görülecektir. Ses tellerini görmek için küçük, esneyebilir fiberoptik aletler de kullanılabilir. Daha ayrıntılı bir yöntem olan direk larengoskopiyle ses tellerinin olduğu bölge çok daha iyi görülür. Bir uzmanın yapması gerektiginden, genellikle hastanede yapılır. Direk larengoskopi sırasında gırtlağınıza ağızdan bir alet sokulur ve incelemesi için ses tellerinden örnek alınır.

Gırtlak kanserlerinin çoğunda erken teşhisle tedavi olasılığı yüksektir. Kesinlikle ihmal edilmemelidir. Çünkü boğazın başka yerlerine ve hatta vücudun başka organlarına yayılabilir.

Gırtlak Kanseri Tedavisi..
Röntgen ışını tedavisi veya kanserli kısmın ameliyatıyla tedavi edilebilir. Genelde, tümör larenks in alınmasına gerek kalmadan çıkarılabilir. Fakat çok ilerlemiş durumlarda laryngectomy (larenks in çıkarılması) gerekebilir.

Eğer gırtlağın bir bölümü çıkarılır ve siz de ses tellerinizi kaybederseniz ameliyatla suni bir gırtlak (protez) yerleştirilebilir veya konuşma eğiticisi bir kişi size yeni bir konuşma yöntemi öğretebilir.

Hipofiz Bezi Tümörleri Teşhisi Tedavisi Çeşitleri

Burun kanallarının arkasında beynin altında yerleşik bulunan hipofiz bezi kabaca küçük parmağınızın son iki bölümünün büyüklüğü ve şeklindedir. Küçük boyutuna rağmen endokrin bezler içerisinde en önemli olanıdır. Vücudun uzun dönemli büyüme, günlük fonksiyonları ve üretkenlik yetenekleri ile ilişkili olarak bir kontrol merkezi gibi çalışır.

Hipofiz bezinde iki kısım vardır: ön (anterior) lob ve arka (posterior) lob, ön lob, göğüste süt üretimini harekete geçirmek için büyüme hormonu da dahil olmak üzere, altı ayrı hormonun üretimi ile yükümlüdür, ön lobdaki diğer hormonlar, tiroid bezleri, yumurtalıklar, testis ve böbrek üstü bezlerindeki faaliyetleri harekete geçirerek endokrin sistemin diğer kısımlarını da etkiler.

Arka lob iki çeşit hormon üretir: oksitosin ve antidiüretik hormon. Oksitosin emzirme dönemi sırasında kadınlarda göğüsten süt gelmesi olayını harekete geçirmek için faaliyette bulunur. Aynı zamanda doğum sırasında rahim kasılmalarını da hızlandırır. Antidiüretik hormon idrar çıkışını kontrol etmek için böbrekler üzerinde faaliyet gösterir.

Hipofiz Bezi Tümörleri
Akromegali..
Hipofizin aşırı faaliyeti sonucu yüzün irileşmesi, el ve ayakların aşın büyümesi ile belirgin durumdur. Bu kronik hastalık yetişkinlerde görülür ve normal gelişim tamamlandıktan sonra büyüme hormonunun artan salgısı nedeni ile ortaya çıkar.El, ayak, çene ve kafatası kemiklerinin aşırı büyümesi şeklinde oluşur. Büyüme çağından sonra kemiklerdeki uzamanın durması nedeniyle, akromegali iskelette kalınlaşmaya neden olur. Akromegali olan bir kişide en fazla dikkat çeken değişiklik alın ve çene kemiklerinde abartılı bir büyümedir. Bunun sonucunda genişlemiş ve kabalaşmış yüz hatları ve birbirinden oldukça ayrık dişler gözlenir.

Jigantizm..
Gelişim hormonunun aşırı salgılanmasına bağlı olarak vücudun anormal derecede gelişme ve büyüme göstermesi devleşme. Nadiren görülen bu hastalık, akromegaliye benzer ve hipofiz bezi tarafından büyüme hormonunun aşırı salgılanması nedeniyle ortaya çıkar. Akromegaliye benzemeyen bu yönü ise jigantizmde büyümenin hızlanması ve yetişkinlikte aşırı uzun boyun ortaya çıkmasıdır. Bu iki rahatsızlık arasındaki fark bu olaydan etkilenen kişinin yaşıdır. Jigantizm yetişkinlik dönemini tamamlamamış olan şahıslarda ortaya çıkar. Ancak uzun boylu çocukların çok azı jigantizm rahatsızlığına sahiptir.

Prolaktinoma..
Bu türden hipofiz bezi tümörü prolaktin hormonunun aşırı salgısına neden olur. Bu olay kadınlarda düzensiz adet veya adetten kesilmeye neden olabilir. Erkeklerde ise kısırlık veya iktidarsızlık ortaya çıkabilir. Kraniofarinjiyoma

Bu türden bir hipofiz bezi tümörünün belirtileri görsel bozukluklar, baş ağrıları ve cinsel gelişme yetersizliğidir.

Cushing Sendromu..
Bir böbrek üstü bezi tümörü de bu rahatsızlığa neden olabilir.
Akromegali ve jigantizm hipofiz bezinin aşırı faaliyeti nedeni ile ortaya çıkar. Hipofiz bezi büyüme hormonu diye bilinen hormonu aşırı bir şekilde salgılar (buna ayrıca somatotropik hormon da denir). Bu türden bir aşırı salgılama genellikle bezlerde bir tümörün gelişmesi ile ortaya çıkar. Bu rahatsızlığa hiperpituitarizm denilir.

Hipofiz bezinde iki türden tümör gelişebilir. Bunlardan birine kraniyofarnjiyoma denilir. Bu tip tümör büyüdükçe hipofiz bezine baskı yapar. Bunun sonucunda hormon salgısı azalabilir ve hipopituitarizm veya diabetes insipidus (şekersiz diyabet) gibi rahatsızlıklar ortaya çıkabilir. İkinci çeşit hipofiz bezi tümörü adenomdur (bez epitelinden gelişen iyi huylu ur). Böylesi bir tümör fazla yayılmaz. ancak akromegali, jigantizm veya Cushing hastalığı gibi rahatsızlıkların bir sonucu olarak muhtelif hormonların aşırı salgısı yaratmaz, ancak göz sinirleri üzerinde ve yakınındaki normal hipofiz bezi dokuları üzerinde mekanik bir baskı oluşturarak herhangi bir zarara yol açabilir.

Hipofiz Bezi Tümörleri Teşhisi..
Doktor muayene ederek fiziksel değişiklikleri araştıracaktır: Ağrı ve acılar, ellerde sızı, aşırı terleme. Yetişkin bir hastada el ve ayak büyümeleri de doktor tarafından dikkate alınacaktır. Hastadaki görme bozuklukları araştırılacaktır; tümör büyüyerek görme sinirine bası yapar ve her iki gözde de görmeyi etkiler. Görme alanı ölçülerek, görme kaybı olup olmadığı araştırılır. Diğer önemli bulgularsa genel yorgunluk hali, derinin aşırı yağlı olması ve dilin normalden büyük olmasıdır.

Kan dolaşımında bulunan ve salgılanan hormon düzeyinde artış olup olmadığını belirlemek için özel kan ve idrar testleri yapılacak-tır. Bu değerler yüksek bulunursa, bilgisayarlı beyin tomografisi veya manyetik rezonansla hipofizdeki tümör saptanabilir. Eğer akromegaliden kuşkulanılıyorsa, röntgen çekilerek de kafatasındaki olası değişiklikler belirlenebilir.

Tedavi, tümörün ne kadar geliştiğine bağlı olarak düzenlenir. Erken teşhis, tümörün tamamen tedavi edilebilme şansını(eğer küçükse) artırır.

Hipofiz bezi, tümörün ortadan kaldırılması veya çıkarılması esnasında bazen zarar görebilir. Bu durumda genellikle hayat boyu hormon tedavisi gerekecektir.

Akromegali..
Akromegali, büyüme hormonunun aşırı salgılanması nedeniyle ortaya çıkar ve iskelet ve iç organlarda büyümeye yol açar. Kalp genişleyebilir, buna bağlı olarak kalp yetmezliği ve yüksek tansiyon ortaya çıkar. Akromegali tedavi edilmezse şeker hastalığı, göz sorunları ve vücut görünüşünde değişikliklere neden olur.

Ameliyat, hastalığın ilerlemesini ve çeşitli göz komplikasyonlarının ağırlaşmasını önleyebilir. Ancak görünüşteki değişiklikler genellikle geri dönüşümsüzdür. Ayrıca akromegalili hastalarda şeker hastalığı ve uzun vadede kalp, damar ve karaciğer hastalığı riski de oldukça yüksektir. Ancak bu riskleri en aza indirmek için bazı önlemler (sigara içmemek gibi) alınabilir.

Jigantizm..
Jigantizm tedavi edilebilir bir hastalıktır. Tümör çıkarılarak ya da aşırı salgılanan büyüme hormonu baskılanarak, hastalığın gelişimi durdurulabilir

Prolaktinoma..
Kadınlarda prolaktinomanın en sık görülen belirtisi adetlerin düzensizliği ya da hiç olmaması ve kısırlıktır. Bir diğer belirti de galaktoredir (doğum yapmamış bir kadında memelerden süt gelmesi); ender olarak erkeklerde de görülebilir.

Prolaktin hormonundaki artış, doğum kontrol hapları ve sakinleştiricilerin kullanılması ve hipofiz tümörü tarafından aşırı miktarda üretilmesi (prolaktinoma) nedeniyle olur.

Cushing Hastalığı..
Hipofiz tümörü böbreküstü bezlerini aşırı uyararak cushing hastalığına da neden olabilir.

Hipofiz Bezi Tümörleri Tedavisi..
Hipofiz tümörü genellikle ameliyatla çıkarılır. Hipofiz bezi çok küçük olduğu için, ameliyat ustalık gerektirir. Eğer tümör ameliyatla çıkarılamıyorsa, prolaktinoma tedavisinde ve akromegalide diğer tedavilerin yanı sıra, bromocriptin adlı bir ilaç kullanılır. Bromocriptin bazı hormonlarda aşırı artışı engeller. Yine de hipofiz tümörlerinin tedavisinde ilk seçilecek olan yöntem ilaç tedavisi değildir.

Ameliyat mümkün değilse, radyasyon tedavisi de bazı hastalarda kullanılabilir. Tüm bu tedavi tiplerinin birlikte kullanılması da tümörün tekrarlama olasılığını azaltmak üzere, oldukça yaygındır.

Mesane Kanseri Belirtileri Teşhisi Tedavisi

Erkek mesane kanseri olması riski kadınlardan üç kat daha fazladır. Amerika da her yıl yaklaşık kırk bin yeni mesane kanseri olayı teşhis edilir ve onbeş binden fazla ölümün nedeni bu hastalıktır. Mesane kanseri kırk yaşın altındakilerde nadiren görülür. Bunun en azından çevresel faktörlerle ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bu hastalık sigara içenlerde boya, kimya ve lastik sanayiinde çalışan işçilerde daha fazla görülür.

Mesane Kanseri Belirtileri..
-İdrarda kan;
-Pelvik sancı (ön ve yanlardaki kalça kemiklerinde sancı);
-İdrar yapmada zorluk;

Mesane Kanseri Teşhisi..
En sık görülen ilk belirti, ağrı ya da başka bir rahatsızlık olmaksızın, idrarda kan bulunmasıdır. Sık yapılan bir teşhis hatası, idrardaki bu kanın mesane iltihabına bağlanmasıdır. Eğer mesane kanserini düşündüren şikayetleriniz varsa, doktorunuz kanserli hücreleri saptamak üzere idrar tahlili yaptıracaktır. IVP denilen özel bir böbrek röntgeni çekilebilir ve doktorun mesanenin içini görebilmesi için, sistoskopi yapılacaktır. Sistoskopi sırasında, habis hücreler açısından mikroskop altında incelenmek üzere, mesane duvarından parça alınır.

Eğer kanser saptanırsa, doktorunuz kanserin hangi evrede olduğunu saptamak için, karın ya da pelvis tomografisi isteyebilir. Kanserin mesane dışına yayılıp yayılmadığını anlamak için yapılan testler, göğüs röntgeni ve kan tahlilleridir.

Eğer mesanedeki tümör küçükse ve mesaneyi kaplamamışsa, iyileşme şansı yüksektir. Bu türden mesane kanseri olan insanların yaklaşık %50si ile 70i arasında kalan kısmı üç yıllık bir süre içerisinde iyileşme gösterecektir.

Mesane kanserinin çevre dokulara yayılması kötü prognoz göstergesidir, bu nedenle erken teşhis son derece önemlidir.

Mesane Kanseri Tedavisi..
Yüzeysel mesane kanserindeki tedavi genellikle tümörün kendisinin alınması şeklindedir. Bunun için büyük bir ameliyat gerekmez, çünkü cerrah tümörü bir sistoskop aracılığıyla alınabilir.

Yüzeysel tümörün alınmasından sonra biyopsiyi ihtiva eden sistoskopik değerlendirme her 3 ile 6 ayda bir kanserin yeniden oluşup oluşmadığını belirlemek için yapılır. Eğer bu olay yinelenirse, tümör yeniden sistoskopi ile alınabilir. Ancak bu sefer gelecekteki mesane kanseri olasılığını azaltmak için kanserle mücadele edici ilaçlar verilir.

Eğer hastalık mesane kasları ve yağ dokusunu kaplarsa mesanenin kendisinin, erkeklerde de prostat bezinin de birlikte olmak üzere, alınması gerekir. İlerlemiş mesane kanseri olan kadınlarda da yumurtalıkların, rahmin ve vajinanın bir kısmının alınması gerekir.

Mesanenin alınması, idrarın geçeceği bir açıklığın yaratılmasını gerektirir. Bunu yapmanın değişik yolları vardır. En başarılı olan tekniklerden birinde üreterler, bir parça bağırsaktan yapılmış yapay bir mesaneye bağlanırlar. Yani mesane göbeğin yan tarafından vücudun iç kısmına tutturulur. Daha sonra idrarı giysilerin altından vücut üzerinde bir torbaya boşaltmak üzere karın duvarından bir delik açılır. Buna ileal kanal işlemi denir.

Bazı hekimler, invazif (yayılma gösteren) mesane kanseri için bu operasyondan sonra radyasyon terapisi ve kemoterapi önerirler. Tümör lenf ise kemoterapi kullanılabilir. Metastatik hastalığı (diğer organlara yayılan kanser) olan şahısların %30 ile 70 i arasındaki kısmında kemoterapi kanserin yayılmasını kontrol altına almak ve ağrıyı hafifletmek açısından yararlıdır. Ancak bunun yararı 6 aydan daha fazla sürmez ve kanser bu süreden sonra ilerlemeye devam eder.

Mesanenin ameliyat ile alınması veya radyasyon terapisi ile devam eden kemoterapinin bir kombinasyonu yayılma gösteren (invasiv) hastalığı olan şahısların bazılarında yaşamı uzatır.

Akciğer Kanseri Hakkında Soru ve Cevaplar

Tüm dünyada erkeklerde ve aynı zamanda dünyanın bir çok ülkesinde kadınlarda en sık rastlanan kanser türüdür. Bir çok kanser türünde giderek azalma söz konusu iken akciğer kanserine rastlanma sıklığı maalesef giderek artmaktadır. Tüm dünyada erkek ve kadınlarda halen en öldürücü kanser türüdür. Genel ölüm nedenleri arasında dünyadaçilmesidir. Bazı mesleklerde çalışma, hava kirliliği, radyasyon, genetik faktörler, beslenme alışka ikinci sırada yer almaktadır.

En iyi bilinen neden sigara alışkanlıkları gibi...
Adı geçen diğer nedenlerin hiç birisi sigara ile mukayese edilecek kadar önemli değildir.

Ülkemizin bazı yörelerinde bulunan ak toprak, gök toprak olarak bilinen asbest veya zeolit içeren toprakla temas akciğer kanseri yapmaktadır. Duvar sıvama ve yer döşeme amaçlı kullanılan ve bebeklerin altına konan bu toprağın bulunduğu alanlarda yaşayanlarda akciğer ve akciğeri örten zardan köken alan kanserlere çok sık rastlanmaktadır.

Bazen akciğer kanseri bir meslek hastalığı şeklinde ortaya çıkar. Örneğin radyolog hekimler ve diğer radyasyonla çalışanlarda ve asbest sanayinde çalışanlarda akciğer kanserleri çok daha fazladır. Asbest bir ses ve ısı yalıtım maddesi olarak sanayide kullanılmaktadır. Bu iş kollarında (fren ve balata üretimi, gemi ve uçak sanayi, asbestli tuğla ve yapı malzemeleri üretimi gibi...) çalışanlarda akciğer kanserleri bir meslek riski olarak ortaya çıkmaktadır.

Akciğer kanserinin sigaradan olduğu kesin midir?
Sigara ile akciğer kanseri arasındaki sebep-sonuç ilişkisi doğru orantılıdır. Bir kişi sigaraya ne kadar erken yaşta başlarsa, günde ne kadar çok sayıda ve ne kadar uzun süre sigara içerse, içtiği sigaradan ne kadar derin dumanı içine çekerse akciğer kanseri olma riski o kadar fazladır.

Sigara içmeyen akciğer kanseri olmaz mı?
Bu, çok daha az rastlanır bir durumdur. Oysa, sigara içen bir kişinin akciğer kanseri olma riski içmeyene göre 13 ile 22 kat daha fazladır.

Sigaranın kanser yapıcı etkisi uzun yıllar kullanıldıktan sonra kendini göstermektedir. Sigara içen bir kişi sigarayı kaç yıl içerse içsin bıraktıktan sonra akciğer kanseri olma riski giderek düşmekte ve 5-10 yıl içerisinde hiç içmeyenlerle ayni oranda risk taşır duruma gelmektedir.

Akciğer kanserlerinin %95 inde sebep sigaradır.

Önlenebilir kanser ne demektir?
Bazı hastalıkların -örneğin genetik hastalıklar gibi- nedenleri çok iyi bilinmez ya da, bilinse bile bunlardan kaçınmak olası değildir. Oysa diğer bazı hastalıklar değiştirilebilir çevresel faktörlerle -mikroorganizmalar, beslenme alışkanlıkları, is ve çalışma koşulları, hava kirliliği gibi- ilişkilidir. Bu faktörler kontrol altına alınabilir ve değiştirilebilirse hastalık önlenebilmektedir.

Akciğer kanseri olmamak için ne yapmalıyım?
Akciğer kanserleri sigarayla ortaya çıktığından önlenebilir kanser türü olarak kabul edilmektedir. Sigara kullanmamakla bir kişi akciğer kanseri olma olasılığını çok büyük ölçüde ortadan kaldırmış olmaktadır.

Akciğer kanseri genetik midir?
Ailede akciğer kanseri öyküsünün olması sigara içmemek için en önemli nedenlerden birisidir. Çünkü akciğer kanserinin ortaya çıkısında genetik faktörler de rol oynamaktadır. Amcanızın, babanızın, kardeşinizin akciğer kanserine yakalanmış olması eğer sigara içiyorsanız sizin için bir erken uyarıdır. Bu uyarıyı dikkate almazsanız sizin yakınlarınız da sizin yaşadığınız türden bir acıya hazırlıklı olmalıdırlar.

Sağlıkla ilgili her hangi bir yakınmanızın olmaması çok güzel. Ancak, bu yanıltıcı olabilir. Bazen hastalık uzun süre kendini belli etmeden ilerleyebilmektedir. Sigara içiyorsanız korkmalısınız! Gerçekten sizi rahatlatacak bir sözü söyleyebilecek durumda değiliz.

Akciğer kanserinin belirtileri nelerdir?
Tüm kanserlerde olduğu gibi kilo kaybı, halsizlik, iştahsızlık yanında; öksürük, balgam çıkarma, kan tükürme, göğüs ağrısı, nefes darlığı, hırıltılı solunum gibi akciğerlerle ilişkili yakınmalar olabilir. Bunlara bazen kanserin diğer organ ve dokulara yayılmasına bağlı olarak vücudun değişik alanlarında ağrılar, yutma güçlüğü, baş ağrısı, görme, denge bilinç bozuklukları vs gibi bir çok farklı şikayetler eklenebilir.

Bunların hepsinin birlikte olması gerekli midir?
Bazen hiçbirisi bulunmayabilir veya bir ikisi bulunabilir. Bazen de bu yakınmalar vardır ancak, hasta akciğer kanseri değildir. Bu belirtilerin hiç biri kansere özgül değildir.

Eğer uzun yıllar sigara içiyorsanız, yaşınız 40 in üzerindeyse ve yukarıdaki yakınmaların biri veya bir kaçı mevcut ise hekime başvurmanız ve akciğer kanseri bakımından değerlendirilmeniz önerilir.

Yukarıda bahsedilen belirtilere sahip bir kişinin öncelikle göğüs röntgeninin çekilmesi ve balgam incelemesinin yapılması ilk adımdır. Bunu bronkoskopi ve bilgisayarlı tomografiler ve tetkikler izler.

Bronkoskopi nedir?
Ağız veya burundan ince ve bükülebilir, ışıklı hortum veya rijit borularla akciğerlerimize kadar girilip solunum yollarımızın içten gözlenerek muayenesidir.

Solunum yollarında yerleşmiş hastalıkların teşhisi ve tedavisi için kullanılan bir yöntemdir. Hastalığın doğrudan görülebilmesine, hasta alandan parça alınarak biyopsi vb. işlemlerin yapılarak teşhis konulmasına yarar.

Bronoskopi, solunum sistemini tutan ve bilhassa solunum yollarında yerleşen bir çok hastalığın teşhisinde rutin olarak kullanılmaktadır.

Hayatimiz boyunca attığımız her adımın, yaptığımız her işin bir riski vardır. Trafiğe çıkmanın, uçağa binmenin, yüzmenin ve yaptığımız nice işin taşıdığı risk bronkoskopinin risklerinden az değildir. Bronkoskopi ve bilhassa bükülebilir cihazlarla yapılan bronkoskopi güvenli muayene yöntemlerinden birisidir. Dikkatli çalışıldığı sürece ciddi bir sorunla karsılaşma olasılığı son derece düşüktür.

Bronkoskopi öncesinde hastaya anestezi uygulanır. Yani agri, öksürük, bulantı hislerinin uyanmasına mani olmak üzere solunum yolu boyunca geçici süre uyuşma sağlayan bir ilaç nefes yoluyla hastaya verilir. Bu işlem usulüne uygun olarak yapılırsa hasta ağrı, acı çekmeden bronkoskopi yapılabilir.

Akciğer kanseri bir kaç çeşit midir?
Akciğer kanserleri farklı hücre tiplerine göre gruplandırılır. Her türün seyri, tedaviye cevabı, farklıdır. Tedavi planlanırken kanserin türü de bilinmelidir. Hastalığın ağırlığı da türüne göre farklılık gösterebilir.

Akciğer kanseri teşhisi konan hastaya ne yapılmalıdır?
Öncelikle kanser olduğu mutlaka biyopsi ile kesinleştirilmelidir. Sadece muayene veya röntgenlerine bakarak kanser teşhisi konamaz. Bunu takiben, kanser tipi belirlenmelidir. Bundan sonra ise kanserin büyüklüğü, yerleşim yeri, yayıldığı diğer bölgeler araştırılmalıdır. Bu işlemlere evreleme diyoruz. Son olarak hastanın direnci, günlük yaşamını devam ettirirken sahip olduğu performans tayin edilip, hasta ile konuşarak tedavi kararı verilmelidir.

Bazı hastalar parça alınmasına (biyopsi) pek sıcak bakmıyorlar. Oysa, bu yapılmadan kanser tedavisine başlanamaz. Kanser tedavisinde kullanılacak yöntemler ve ilaçlar hastaya bir çok bakımdan riskler getirecektir. Bu riskleri üstlenmesi için öncelikle kanser teşhisinden ve tipinden emin olmak gerekir. Rastgele kanser tedavisi olmaz.

Akciğer kanserinin tedavisi var mı?
Akciğer kanserli hastalarda da hastanın durumuna göre çeşitli tedavi şekilleri vardır. Ameliyat, radyoterapi (ışın tedavisi), kemoterapi (ilaç tedavisi) destek tedavisi ve ismi burada verilmesine gerek olmayan diğer tedavi yaklaşımları halen uygulanmaktadır.

Hangi hastalıkta olursa olsun uygulanacak tedavinin %100 başarılı olacağını önceden bilmek olası değildir. Akciğer kanserinde de bu tedaviler ile bazen tam şifa, bazen düzelme bazen ise sadece hastalığın ilerleyişini durdurmak mümkündür. Kuşkusuz başarısız kalınan olgular da söz konusudur. Hastanın, hastalığın ve uygulanan tedavinin türüne göre bu sonuçlar değişebilir.

Bazı kanserlerde elimizdeki tedavi şekilleriyle kanseri tamamen yok etme şansı akciğer kanserlerine göre çok daha yüksektir. Ancak, akciğer kanserli olgularda da bu şans vardır. Hastanın bu şansını kullanması uygun olan tercihtir. Hastayı tedavi ederken amacımız onu ölümsüz kılmak değildir. Buna kimsenin gücü yetmez. Ancak, hastalığı yok etmek, küçültmek, sınırlamak, sağ kalımı uzatmak, hastanın yasam kalitesini artırmak gibi amaçlarımız vardır. Bunlardan hangisine ne ölçüde ulaşılırsa ulaşılsın tedavi başarılı olmuş sayılmalıdır.Bazen ameliyat, radyoterapi ve/veya kemoterapi birlikte uygulanabilir. Bu eş zamanlı da olabilir. Birbirini takip edecek şekilde de olabilir.

Kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar belirli aralıklarla tekrarlayacak şekilde (kürler halinde) verilir. Hastanın ve hastalığın tedaviye cevap vermesi durumuna göre kürlerin sayısı değişmektedir.

Akciğer Kanseri tedavisinin yan etkileri nelerdir?
Yan etkiler kullanılan ilaca, ilaç veya ışını uygulama tekniğine, ilaç veya ışının dozuna, hastanın yaşına ve organ fonksiyonlarına, birlikte kullanılan diğer ilaç veya tedavilere bağlı olarak değişir.

Akciğer Kanseri tedavisi, saç dökülmesi, bulantı, kusma yapar mi?
Bu şekildeki yan etkiler kanser tedavisi sırasında sık görülmektedir. Ancak, bunların hepsi de tedavi tamamlandıktan sonra geri dönüşlüdür. Bazı ek ilaçlarla bulantı önlenebilir. İshaller, enfeksiyonlar, radyoterapi alanında cilt yanıkları, yutma güçlüğü, ağızda yaralar ve akciğerlerde fibrozis oluşabilir. Bu durumlarla karsılaşmamak için gerekli önlemler alınmalı ancak, buna rağmen oluştuğunda ise uygun şekilde tedavi edilmelidir.

Akciğer Kanseriyle basa çıkmak için bu tedaviler dışında nelere dikkat edilmeli?
Kanser teşhisi çoğu kez hastada bir psikolojik travmaya yol açmakta ve bunu bazen depresyon izlemektedir. Hastalığın adının kanser olması her şeyin bittiği anlamı taşımaz. Kişinin olayı gerçek boyutlarıyla tanıması, hastalığını, tipini, ağırlığını öğrenmesi, kendisini bekleyen risklerden haberdar olması, planlanan tedavi biçimleri hakkında ve en doğru kararı vermek üzere bilgilenmesi gereklidir. Bu hekimiyle çok iyi bir ilişki kurmasını gerektirir. Kanser tanısı aldı diye kendini sosyal sorumluluk ve çevresinden dışlamamalı, hastalığı elverdiğince uğraşılarını sürdürmeli, ancak yeterli uyku, dengeli beslenme ve stresten uzak kalmaya özen göstermelidir. Hastada ağrı, öksürük gibi yaşam kalitesini bozan yakınmalar varsa bunlara dönük tedaviler ihmal edilmemelidir. Tedavi sırasında ve tedavi sonrasında gerekli kontrollerini zamanında yaptırmalıdır.

Akciğer Kanseri ağrısını nasıl kesebiliriz?
Bazen akciğer kanseri çevre dokulara veya uzak organlara yayılarak şiddetli ağrılar oluşturabilir. Bu durum hastayı fazlasıyla rahatsız eder ve bezdirir. Kanserle baş edilemese bile bu ağrının giderilmesi çok önemlidir. Ancak, ağrıyı gidermek için bazen doğrudan morfin vb ilaçlara başlanmaktadır. Gerçi bu ilaçlar kanser ağrısının tedavisinde kullanılırlar ve çok da etkin ilaçlardır. Ancak, bu ilaçlara bir süre sonra tolerans gelişir ve başlangıçtaki etki artık görülmez olabilir. Bu nedenle ağrı tedavisinde basamak ilerlemeli, önce basit ağrı kesicilerle ise başlanmalıdır. Gereğinde doz artırılarak kombinasyonlar uygulayarak zaman kazanılmalıdır. Morfin vb ilaçlar ileri dönemler için rezerv tutulmalıdır.

Akciğer Kanseri teşhisi hastaya söylenmeli midir?
Hastaya asla ve hiçbir zaman yalan söylenmemelidir. Hastanın hastalığı hakkındaki sorularına doğru cevaplar verilmelidir. Ancak, bütün doğruları hemen söylemek doğru olmayabilir. Yavaş ve kademeli olarak bilgi aktarılmalı, sorun açıklanırken çare ve tedavi biçimi birlikte anlatılmalıdır. Hastanın yaşamla bağı ve iyileşme umudu sarsılmamalıdır. Kuskusuz bu bir üslup sorunudur. Hastasını önemseyen, acısını paylaşan, ona zaman ayıran, sabırla dinleyen, onun sorununa çare arayan, umudunu artıran empatik bir hekim davranışı iyi bir tedavi kadar önemlidir.

Multiple Myelom Kemik İliği Kanseri Belirtileri Tedavisi

Multiple myelom, kemik iliğinin kanseridir. Nedeni immün sistemde görevli beyaz kürelerin bir türü olan, plazma hücrelerinin kontrolsüz büyümesidir. Normalde plazma hücreleri immünglobülün veya antikor adı verilen bağışıklık sistemine ait maddeleri üretirler. Ancak, multiple myelom da plazma hücreleri kontrolsüz bir şekilde çoğalırlar ve çok aşırı miktarda tek tip immünglobülin üretirler. Diğer tür immünglobülinlerde ise tehlikeli düzeyde azalma meydana gelir; bu durumda hasta enfeksiyonlara karşı duarlı hale gelir. Dahası, kanser hücreleri kemiklerde ve kemik iliklerinde toplanarak, kemik dokusunu harap eden tümörler (kitleler) meydana getirirler, bu durum kemiklerin zayıflamasına ve kırıklara neden olabilir.

Multiple myelom, son derece nadir bir kanser türüdür, ABD de her 100.000 kişide 3-4 kişide görülür. Bu hastalıkta yaş önemli bir risktir, hastalık genelde 60 yaş civarında ortaya çıkar. Diğer risk faktörleri; radyasyon, asbest, benzen ve pestisidlerdir.

Hastalığın ilk başlarında herhangi bir şikayet olmayabilir. Bununla birlikte multipl myelom geliştikçe, aşağıdaki belirtiler ortaya çıkabilir:
- Kemik ağrıları, özellikle sırt, kaburga ve bazen de kollarda. Bu ağrıların ortaya çıkabilmesi için myelom hücrelerinin sayısı kemikte harabiyet oluşturabilecek kadar çok olmalıdır,
- Sık sık enfeksiyonlara yakalanmak,
- Halsizlik,
- Kanamaların artması, özellikle burun ve dişetlerinde,
- Vücutta kolayca çürüklerin meydana gelmesi,
- Ciltte genel bir hissizlik,
- Ciddi böbrek şikayetleri,
- Tat duyusunun kaybolması,
- Bulantı ve kusma,
- Zihin bulanıklığı.

Tanının konmasında doktorunuzun şüphelenmesi, ve kan tahlilleri yönlendiricidir. Kanser hücrelerinin kemik iliğini işgal etmesine bağlı olarak, normal kırmızı kan hücrelerinin üretimi azalır ve hastada kansızlık (anemi) ortaya çıkar. Kan testlerinde ayrıca artmış immünglobülinlerden dolayı protein miktarınd artış saptanır. 24 saatlik idrarda, hastalığa yönelik anormal proteinler saptanabilir.

Vücuttaki uzun kemiklerin, kafatası ve göğüs röntgenlerinin çekilmeis myelom tanısının konmasında destekleyici bilgiler verir ve kemiklerdeki zayıflamayı ortaya koyar. Plazma hücrelerinin anormal derecede arttığını ispatlamak için kemik iliği biyopsisi yapmalıdır. Normalde plazma hücreleri kemik iliğindeki hücrelerin %5 inden daha azını teşkil ederler. Ancak myelomlu hastalarda bu oran %10-%90 arasında olabilir. Tanısal amaçla yapılan kemik iliği biyopsisinde, %30 dan fazla plazma hücresi saptanası multipl myelom tanısı koydurur.

Tanı konduktan sonra, kanserin yaygınlığını saptamaya yönelik testler yapılmalarak hastalığın evresi saptanmalıdır. Evreleme karmaşık bir işlem sayılabilir ve protein düzeyine, kalsiyum seviyelerine, böbrek fonksiyonlarına ve kemik hasarına göre belirlenir. Aşağıdaki evreleme, her klinik tarafından uygulanmıyor olabilir veya değiştirilerek uygulanıyor olabilir.

- Evre - I : az miktarda kanseri hücresi vücuda yayılmıştır ve hastada herhangi bir şikayet olmayabilir.
- Evre - II : yayılım birinci evreye göre daha fazladır.
- Evre - III : çok sayıda kanser hücresi vücuda yayılmıştır. Aynı zamanda kansızlık, kemik hücrelerinin yıkımına bağlı olarak kan kalsiyum miktarının artışı, üçten fazla kemikte tümöral kitle veya kanda M-protein adı verilen protein miktarının artışı olabilir.

Hastaların yaklaşık olarak %15 i tanı konulduktan sonraki ilk üç ay içinde yaşamlarını yitirirler. Çoğu hastada ise hastalık 2-5 yıl süresinde yavaş yavaş ilerler ve durumun aniden kötüleştiği bir dönemle sona erer.

Kişileri radyasyon, asbest, benzen ve pestisidlerden koruyarak multiple myelomalı hastaların sayısını bir miktar azaltmak mümkündür.

Multiple Myelom Kemik İliği Kanseri Tedavisi..
Eğer hastada her hangi bir belirti (şikayet) yoksa tedavi hastalık ilerleyene kadar ertelenebilir, ancak hastanın genel durumu iyi değerlendirilmelidir. Tedavi başladığında :
- 1 veya 2 yıl boyunca sürecek 4-6 haftalık ilaç tedavileri (kemoterapi) uygulanır. Bu tedavi ile hastaların %70 inde bir miktar iyileşme ve %10 unda tam remisyon (tam iyileşme dönemi) elde edilebilir.
- belirli kemiklerin tutulduğu hastalarda radyasyon tedavisi uygulanabilir.
- ciddi enfeksiyonların oluşmasının engellenmesi için intravenöz (damar içine) immünglobülin verilebilir.
- kemik iliği transplantasyonu. Bu tedavi 65 yaşın altındaki hastalarda ve özellikle hastalığın ilk başlarında fayda sağlayabilir.
- ancak yukarıda açıklanan tedavi yöntemlerinden herhangi birinin hastaları tam olarak tedavi edebileği kesin değildir, ancak bu yöntemler hastaların uzun yıllar yaşamasına katkıda bulunabilir.

Eğer sizde sık sık enfeksiyon gelişiyorsa, kemik ağrısı, sık burun kanaması, küçük bir kesik sonucu uzun süreli kanama, kolay çürük oluşumu ve anormal derecede halsizlik şikayetleriniz varsa vakit geçirmeden hekiminize müracaat edin. Özellikle 50 yaşın üzerindeki kişiler bu tür şikayetler konusunda dikaktli olmalıdır.

Multipl myelomlu hastaların %29 u tanı konulduktan sonra 5 yıldan fazla yaşamaktadırlar. Ancak multipl myelomlu her hangi bir hasta için 5 yıllık yaşam süresi, hastalığın evresine bağlıdır:
- Evre I : %25 - %40
- Evre II : %15 - %30
- Evre III : %10 - 25

Cumartesi

Malign Melanom Belirtileri Korunması Tedavisi Bulguları

Malign Melanom Belirti ve Bulgular..
Mevcut bir benin görünümündeki değişiklikler (ebat, renk, kanama, ülserleşme gibi); kenarları düzensiz, asimetrik, farklı renkte ve gittikçe büyüyen yeni bir ben gelişimi; keskin sınırlı, elmas şeklinde koyu kahve veya siyah renkli (nodüler melanom) olabileceği gibi beyaz, kırmızı, mor bir kitle (amelanotik melanom) şeklinde de olabilir.


Laboratuvar Bulguları..
Patolojik tanı için biyopsi, karaciğer tutulumunun olup olmadığının saptanması için karaciğer fonksiyon testleri, akciğer tutulumunun araştırılması için akciğer filmi ve şüpheli diğer yerler için diğer tetkikler (lenf nodu biyopsisi, bilgisayarlı tomografi gibi).

Malign Melanom Hastalığı..
Malign melanom, cilt kanserleri arasında en nadir görüleni olmakla birlikte, en tehlikelisidir. Sıklıkla ciltte görülmekle birlikte, bazen ağız içinde, makatta, vajende, beyin zarlarında, göz kapağının iç yüzeyinde ve retinada (göz) da ortaya çıkabilir. Her yaşta görülebilmekle birlikte, en sık 40-60 yaşları arasında görülür. Kadınlarda belden aşağıda, erkeklerde belden yukarıda ve her iki cinste de kollarda görülme sıklığı artmaktadır. Bunun en önemli nedeni olarak güneşte uzun süre kalma gösterilmektedir.

Melanom, derideki melanosit adı verilen hücrelerden köken alır. Melanositler deriye rengini veren melanin maddesini üretirler. Sarışınlarda melanom daha sık görülmekle birlikte, hiç kimse bu hastalığa karşı dayanıklı (bağışık?) değildir. Örneğin zencilerde daha çok avuç içinde, ayak tabanında ve tırnak altlarında meydana gelir.
Tedavi açısından; malign melanomun derin tabakalara ulaşmadan saptanması ve kitlenin derinliği son derece önemlidir. Erken tanı sırasında normal benlerden ve displastik benlerden ayrılması gerekir, ikincisi için biyopsi gereklidir. Şüphelenildiğinde derhal doktora müracaat edilmelidir, çünkü bu kanser, mevcut kanserler arasında en çok yayılanlardan birisidir.

Malign Melanom Korunması..
Melanom da diğer deri kanserleri gibi güneşe maruz kalma ile ilgilidir. Genelde 20 yaş öncesinde sık sık şiddetli şekilde güneş yanığı oluşanlarda gözlenir. Özellikle öğlen vakitlerinde güneşten korunmak gerekir. Bronzlaşma merkezlerinden uzak durun, ayda bir cildinizi kontrol edin, yeni ben oluşumlarını takip edin, yukarıda belirtilen değişiklikleri görüyorsanız doktorunuza müracaat edin.

Malign Melanom Tedavisi..
Malign melanom yayılmamışsa cerrahi olarak alınabilir, eğer yayılımdam şüpheleniliyorsa yakınındaki lenf nodlarının da alınması gerekebilir. Yayılım olan hastalarda ilaç tedavisi ve immünoterapi uygulanabilir.
Hastalığın seyri

Erken tanınan olgular genelde başarılı bir şekilde tedavi edilir. Hastalığın sonucu, çıkarılan kitlenin kalınlığı ile yakın ilişkilidir (örneğin; kalınlığı 0.76mmnin altındaki kanserlerde 5 yıllık yaşama yüzdesi %95in üzerinde iken, kalınlığı 4mm ve üzerindeki kitlelerde 5 yıllık yaşama yüzdesi yaklaşı %50dir). Ancak kitlenin kalınlığının yanı sıra; kanserin yeri, büyüme hızı, vücudun verdiği (lenfositik) cevap ve yukarıda da belirtildiği gibi erken tanı yaşam süresini etkileyen faktörlerdendir.

Kemik Tümörü Belirtileri Teşhisi Tedavisi

Kemikte başlayan tümörler nadirdir. Eğer kanserliyse, habis hücreler çoğu zaman vücudun başka bir yerindeki kanserden gelmişlerdir (metastaz yapmıştır.) Bunun istisnaları ilikte başlayan multipl meyelom ve osteosarkomdur.

Kemik Tümörü Belirtileri..
- Kemiğin yüzeyinde sert bir şişlik,
- Bu şişlikle birlikte ağrı,
- Kemik kırılmaları.

Osteosarkom birinci kemik kanserleri arasında en yaygın olanıdır. Bunların her ikisi de metastaz şeklindeki kemik kanserlerinden çok daha az görülür. Daha büyük sıklıkla, kemik tümörleri selimdir.

Kemik Tümörü Teşhisi..
Röntgen yararlı olabilir, ancak kesin teşhis koymaya yetmeyebilir. Tümörün habis olup olmadığını anlamak için, laboratuvarda incelemek üzere küçük bir doku örneğinin alındığı kemik biyopsisi yapılabilir.

Selim tümörler nadir olarak sağlığı tehlikeye atar. Eğer tümör habis ya da vücudun başka bir bölgesinden yayılmışsa yaşamı tehdit edebilir.

Kemik Tümörü Tedavisi..
Selim tümörlerin nadir olarak ameliyatla çıkartılması gerekir. Osteosarkom gibi bir kemik kanseri ameliyatla çıkartılır ve kanser ilaçları verilir. Bazen, kanser dokusu alınırken kol ya da bacak korunur ve daha sonra onarılır. Bu işlemi bir rehabilitasyon programı izler.

Cuma

Tomoterapi Nedir Uygulaması Fiyatı Yan Etkileri

Kanser tedavisinde her gün yeni bir yöntem ortaya çıkıyor. Bunlardan biri de ‘Tomoterapi’ (TomoTherapy). Radyoterapinin yerini alması beklenen yeni yöntemin kanserli hücreler üzerinde daha etkili olduğu ve ışın tedavisinin yarattığı olumsuzlukları en aza indirdiği belirtiliyor.

Tomoterapi ne anlama geliyor?
Tomoterapi bir yöntem. Klasik radyoterapide makine ışınları dikdörtgen şeklinde çıkarıyor ve biz çıkan ışını çeşitli yöntemlerle şekillendiriyoruz. Çağdaş radyo terapide ise ışın makineden çıkıyor geçtiği yol üzerinde lifçiklerle sekilendirilmeye başlanıyor. Bu şekilde 2 şekilde radyoterapi yapabiliyorsunuz. Bu yöntemde amaç ne? Amaç sağlıklı dokuyu korumak, tümörlü dokuya ışını vermek. Fakat biz tümörlü dokuda ışının artık daha homojen olmasını istiyoruz yani ışın dozunun farklılıklarının mümkün olduğu kadar az olmasını istiyoruz. Radyo terapi yaparken genellikle aletler 1-2 pozisyonda ışını çıkartırlar ve bunla sınırlı kalınır tomoterapi cihazı ise 360 derece dönüyor.

Bu yöntemi klasik radyoterapiden ayıran fark bu mu?
Tamamen farklı bir iş yapıyorsunuz, ötekinde 7 ışınla yaptığınızı burada liflerin devamlı oynamasıyla, daha fazla sayıya çıkarıyorsunuz. Bunun avantajı ise sağlıklı doku kapalı oluyor, inanılmaz oranda koruma yaratabiliyorsunuz. 2 tümör varsa daha homojen ışınladığınız için, korumanız iyi olduğu için, dozu çok yükseltebiliyorsunuz ve bunu yaparken ışını 1 cm açıyorsunuz masanız yavaş yavaş yürüdüğü için mm’lerle tarayarak gidiyorsunuz. Bir avantajı bu.

İkinci avantajı ise alet döndüğü için bu dönüş sırasındada ışın çıkartıyor dolayısıyla aletle bilgisayarlı tomografi yapabiliyorsunuz. Hastayı tedaviye başlarken yatırıyoruz, bu dönüş sırasında yapılacak olan tomografiyi aletin kendi çıkardığı ışınla yapıyoruz ve hastanın o günkü dokularının yerini tümörünün yerini, hatta tümörünün kabaca büyüklüğünü görüyoruz. Bu yöntem her tedavinin başlangıcında bütün detayı görmemizi sağlıyor. Niçin önemli? Birçok organ vücutta hareketlidir, siz planlamayı 15 gün evvel yaptıysanız hasta 15. tedavi sürecindeyse, 15 gün içinde hatta o gün organ hareketi vardır. Tümör büyür ya da küçülür dolayısıyla ilk baştaki planlamaya bağlı kalırsanız yapacağınız iş hassasiyetini kaybeder. Hassasiyetini kaybettiği için klasik radyo terapide daima geniş emniyetlerle çalışırsınız yani 1cm’lik bir tümörü ışınlamak için organ hareketini ve teknik kısıtlamaları dikkate alarak o çapı 1.5cm'ye çıkarırsınız gerektiğinde 2 cm ye çıkarırsınız biz mm ile bunu sınırlayabiliyoruz. Günlük kontrollerimizi yapıyoruz. Eğer tedavimizde veya oturuşunda hata yoksa devam ediyoruz varsa düzeltmelere geçiyoruz. Pozisyonel düzeltme örneğin hasta biraz yan yatmıştır biraz daha kalçasını yana koymuştur bunun gibi şeyler çok etkiler. Bunları pozisyonel olarak düzeltiyoruz aletin bunu düzeltme yeteneği var. Bunun için hastayı kaldırmıyoruz sadece ışıncık açılıp kapanmaları değişiyor. Bilgisayarlı tomografiyi çekiyoruz aletin çıkardığı bilgisayarlı tomografiyi çekiyoruz bunun tam adı MVCT’dir. Ondan sonra ilk planlama detayı makine ekranına geliyor. Kontrol ediyoruz eğer tümörde büyüme ya da küçülme varsa sağlıklı dokularda yer değişme varsa o zaman planı sil baştan edebiliyoruz. Diğer aletlerde bu bir haftalık bir çalışmadır. Bir diğer özelliği de halkın çok iyi anladığı nokta atışı yani istediğiniz yeri vurabilme özelliği. Bu aletteki noktasal yaklaşım 160 cm’e kadar çıkabiliyor hem bu işi iyi yaptığı iddia edilen aletlerde aşağı yukarı maksimum tedavi edilecek tümör çapı 3 - 4 cm ile sınırlıdır ama aynı işi bu yöntemde 160 cm’le yapıyoruz çok daha büyük tümörü küçük bir iş yapıyormuş hassasiyetinde tedavi edebiliyoruz.

Bu hastalara ne tür bir rahatlık sağlıyor?
Farklı dozlar vermek istediğiniz organlarda çok büyük kolaylıklar getiriyor yani beyinde birden fazla tümör varsa o tümörleri yüksek dozda, beynin kendisini düşük dozda ışınlayabiliyoruz ya da karaciğerde birden fazla kitle varsa karaciğerin kendi dozunu düşük tutup diğer noktalarda dozu çok arttırabiliyoruz.

Yan etkiler azalıyor

Radyo terapinin birçok yan etkisi bulunuyor? Bu yöntem bu yan etkileri azaltıyor mu?
Radyo terapinin yan etkileri nereye yaptığınızla bağlantılıdır. Radyoterapiyi eğer başa yapar ve gözü korumazsanız hastada görme kaybı olabilir. Prostatı ışınlıyorsanız hastanın görme açısından bir riski yoktur. Dolayısıyla ışınladığınız bölgeyle sınırlıdır. Biz de yan etki düşük olduğu için dozları daha emniyetle ve daha yüksek verebiliyoruz siz dozunuzu artırdıkça da tümör kontrolünüz artıyor. Dolayısıyla yalnız yan etkiyi düşürmek değil yan etkiyi düşürdüğüz için tümöre verdiğiniz doz da negatif olarak artabiliyor. Nereyi koruyabiliyoruz? Gözü çok iyi koruyabiliyoruz beyindeki sağlıklı dokuyu koruyabiliyoruz Böbreği koruyoruz, karaciğeri koruyoruz, organın yerine göre ince bağırsağı koruyoruz bunlar çok duyarlı organlar. Radyoterapi gören hastalarda görülen yan etkiler mide bulantısı, ishal mesela ışınladığımız yere göre idrarda yanma, idrar tutukluğu, kaçırma olabilir. Büyük abdest şikayetleri yapabilir, akciğerde ciddi problemler yapabilir.

Size her başvuran hastaya tomoterapi uygulanabiliyor mu?
Hayır, tabii ki iyi bir yöntem her şey için gerekli değildir dolayısıyla o bir mesleki birikim ve dürüstlüktür. Biz tomoterapiye uygun olan hastalara tomoterapiyi uyguluyoruz ama tomoterapi olmadan da tedavi edilecek durumlar var. Hasta illa tomoterapi isteğiyle geldiğinde onu tomoterapiye koymuyoruz duyup geliyorlar ve izah ediyoruz “Sana bu makine gerekli değil, bunun maliyeti sana gereksiz gelecek, sen gel klasik tedaviyi al, aynı tedaviyi alabilirsin” diyoruz çünkü vücutta korunmaya fazla ihtiyaç olmayan yerler var örneğin kasın ve kemiğin o kadar korunmaya ihtiyacı yok. İkincisi bazı tedavilerde hastanın ağırlığı daha çok ilaç tedavisine kalıyor. Dolayısıyla radyoterapide o kadar yüksek doza çıkmanız gerekmiyor. Doku eğer vereceğiniz dozu rahatlıkla kaldırabiliyorsa bunda tasarruf etmeye çalışmanın bir mantığı yok. O zaman düşük dozda ve kısa sürede yaptığımız tedavilerde biz klasik makinalari çok rahat kullanabiliyoruz.

Pahalı bir yöntem mi?
Klasik tedaviye göre pahalı bir yöntem tabi.

Tomoterapi daha çok hangi kanser türlerine uygulanıyor?
Beyin tümörleri, akciğer tümörlerinin bazıları, tüm baş boyun tümörleri, gırtlak tümörü geniz tümörü, tükürük bezi tümörleri, meme tümörlerinin bir kısmı uygulanamaz değil.

Tomoterapinin uygulanması ne kadar sürüyor?
Aşağı yukarı 20 dakika sürüyor.

Tomoterapi çocuklara da uygulanabiliyor mu?
Çocuklarda daha kullanımı henüz standartlaşmış değil çünkü çocuklara geldiğimizde tümör karakteri çok farklı, ilaç tedavisi daha önde gidiyor ve çevre dokularla bu tedavinin ilişkisi yönünde bilgi net değil onun için prensip olarak çocuklarda daha bu tedaviye gelinmiyor.

Kanser Riskini Azaltan Anti Oksidanlar Yararları Zararları

Kanserin oluşumunda sigara içmek kadar beslenme alışkanlıklarının da etkisi büyük. Oysa Besinleri doğru seçerek kanser riskini önlemek çok da zor değil.

Dünyada en önemli ölüm nedenlerinden biri kanser hastalığı. Sebebi sanıldığı gibi sadece genetik faktörler değil. Aynı zamanda sigara tüketimi ve yanlış beslenme de kansere yol açabiliyor. Hatta uzmanlar tüm kanserlerin yüzde 35 oranında besinler ve akciğer kanserinin yüzde 80-90’ının sigaradan oluştuğunu söylüyor. O halde kanserden korunmanın birinci yolu sigarayı bırakmak, ikincisi ise doğru ve dengeli beslenmek. Beslenmenin risk oluşturduğu kanser türleri yemek borusu, mide, kolon ve rektum, karaciğer, pankreas, böbrek, meme ve prostat.

Acıbadem Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Fatoş Özcan “Kansere yakalanmayla yeme alışkanlığı arasındaki ilişki kuvvetli” diyor ve ekliyor: “İnsanın yediklerini kontrol etmesi, kansere yakalanma riskini azaltabilir. Gençliğinde sadece doyma amacıyla beslenenler, genellikle 35-40 yaşından sonra hatalı beslenmenin cezasını çekmeye başlar. “Yaşamak için yemeli” ilkesi gerektiği kadar enerji, protein, vitamin ve minerallerin alınması anlamına gelir.”

Besinler ve Kanser
Peki yediklerimiz kansere nasıl neden olabiliyor? Besinler sindirilmek için bir dizi reaksiyona uğruyor. Bu sırada “serbest radikaller” adı verilen ve hücreyi oksidasyonla hasara uğratan oksidanlar oluşuyor. Sonrasını Fatoş Özcan şöyle anlatıyor: “Vücudun bu zararlı maddelere karşı savunma sistemi (bir anlamda “bedenin silahlı kuvvetleri”) vardır ve bu sistem enzimlerdir. Enzimlerin etkinliğini sağlayan maddelerse “antioksidant” olarak bilinir ve antioksidanlar vücuda doğal olarak besinlerle alınır. Besinlerdeki A, C, E, B2, B6 vitamininin yanı sıra folik asit, selenyum, çinko, mangan ve bazı proteinler gibi vitamin olmayan antioksidanlar da enzim sistemlerinin etkisini arttırır. Bu grup antioksidantlar yeterli ve dengeli beslenme çerçevesinde alınırlarsa yararlı olurlar. Tuzun iyotlu olması önerilir. Ayrıca flavonoidler, kükürtlü maddeler, koku ve tat veren maddeler, protez engelleyiciler, kanserden koruyan zel maddelerdir. En çok sebze, meyve, kurubaklagil ve soğan, sarımsak ve kuruyemişlerde bulunur. Tüm antioksidantlar ve çok posalı gıdalar kanser riskini azaltırken, yağlı ve posasız besinler bu riski arttırır. Yağın kanser riskini arttırması yağ alınmayacağı anlamına gelmez. Anti-kanser grupta bulunan vitaminlerin vücuda alınması ve gerekli hormon yapımı için yemek ve salatalarda mutlaka zeytinyağı, soya, mısırözü gib yağ karışımları kullanılmalıdır.”

Katkı Maddeleri Zararları
Yaşam tarzlarının değişmesine bağlı olarak hazır gıdaların daha çok tüketildiği bir gerçek. Bu gıdalarda kullanılan katkı maddelerinin uzun vadede ne gibi sonuçlar doğuracağı ise henüz bilinmiyor. Katkı maddeleriyle ilgili dikkat çekilen önemli noktalar var: Buna göre örneğin katkı maddelerinin en çok kullanıldığı gıda yağlar olarak tanımlanıyor. Acımayı önlemek için E vitamini ve BHT, renk verici olarak da karotenoidler kullanılıyor. Hazır çorba, et-tavuk suyu içine katılan M.S.glutamat adlı madde bebekler ve tuzu az alması gerekenler için sakıncalıdır. Renk ve dayanıklılık için et ürünlerine nitrat, küflenmeyi önlemek için meyve sularına sorbat tuzları eklenyor. C vitamininden zengin doğal besinlerle birlikte, işlenmiş besinleri daha az ve seyrek tüketirsek katkı maddelerinden korunmaya gerek yoktur.

Alkol ve alkollü içecekler özellikle sigara ile birlikte içildiğinde ağız, baş, boyun ve kolorektal kanser türleri riskini artırıyor. Yağlı ve yaşlı hayvan etlerinde, tuzlanmış veya tütsülenmiş ya da nitrit ve nitrat eklenmiş etlerde, salam, sosis, sucuk ve hamburger gibi hazır gıdalarda kanser yapıcı kimyasallar daha çok biriktiğinden kanser oluşma riski daha fazla. Kanserden korunmak için içlerinde mineral, vitamin, posa ve antioksidant barındıran sebze, kurubaklagiller, meyve, kuru yemiş, yumurta ve yağı azaltılmış süt, peynir ve yoğurdu daha çok tüketmek gerekiyor.

Bunların besin değerini korumak için ise bazı kurallara uymak gerekiyor. Örneğin sebzeler suda bekletilmeden önce, vitamin kaybını engellemek için yıkanıp sonra doğranmalı ve yağda kızartılmamalı. Kurubaklagiller iyice yıkandıktan sonra haşlama suları dökülmemeli. Taze meyveler iyice yıkanmalı, kesildikten sonra bekletilmemeli. Etler, hafif sıcaklıkta uzun sürede pişirilmeli. Besinler nemli ortamda saklanmamalı.

Kanser Riskini Azaltan Anti Oksidanlar
1. Avitamini ve Karotenoidler
2. B Vitaminleri
3. C Vitamini
4. E Vitamini
5. D Vitamini

Kaynağı
1. Yeşil sarı meyveler, karaciğer, süt yağı, yumurta sarısı, havuç, kayısı, bal kabağı, domates, protakal, greyfurt

2. Tahıl ürünleri, bulgur, maya, karaciğer, et, yumurta, süt ve ürünleri, kuru baklagiller, yeşil yapraklı sebzeler

3. Taze sebze ve meyveler (Kuşburnu, maydanoz, tere, roka, karnabahar, turunçgil, portakal, greyfurt, mandalina, limon, diğer yeşil yapraklı sebzeler, domates, çilek, patates)

4. Bitkisel yağlar, yeşil yapraklı, sebzeler, fındık, fıstık, ceviz gibi kuru baklagiller, et, süt, yumurta

5. Balık yağı, karaciğer, yumurta sarısı, süt, düzenli güneşle temas

Yararları
1. Solunum ve yemek borusu, idrar yolları, mide, prostat, akciğer ve kolerektal kanser riskini azaltır. Reaktif türleri etkisizleştirerek kanser oluşum riskini azaltırlar.

2. Yeterli düzeyde alımı vücudun savunma sistemlerini iyi çalıştırır. Böylece mikropları etkisiz hale getirir. Ayrıca yeni oluşmuş kanser hücrelerinin çabuk tahriş olmasını sağlar.

3. Solunum, yemek borusu, mide, kolektara kanserleri önler. Vücuda giren kimyasal kanserojeni etkisiz hale getirir.

4. Toksik maddelerin etkisini azaltır. Yağların oksidasyonunu ve hücrenin oksijenli bileşiklere tahribini önler. Kanser oluşum riskini azaltır.

5. Kemik kanseri riskini azaltır. Yağların oksidasyonları ve hücrenin oksijenli bileşiklere tahribini önler.

Zararları
1. Fazla alımı, yağda eriyen vitaminlerden olduğu için vücutta toksik etki yapar.

2. Fazla alımı kanser oluşumunu önlemez.

3. Normalde fazla alımı, suda eridiği için idrarla atılacağından fonksiyonel değildir.

4. Yağda eriyen tüm vitaminler giib fazlası zararlıdır.

5. YOK

Öneri
1. Sigara içen erkeklerde ek A vitamini verilmesi akciğer kanserinin önlenmesine yardımcı olur.

2. Özü alınmamış tahıllardan yapılantahıllar ( Kepek, çavdar, yulaf, bulgur ) önerilir.

3. Sigara içenler günlük C vitamini gereksiniminden daha fazlasını alırlarsa kanser riski azalır.

4. Toksik maddelere fazla teması olanlar, sigara içenler gereksiniminden fazla E Vitamini alabilirler.

Günlük beslenme ile D vitamini ihtiyacı karşılanmaz. Yeterli kalsiyum alımı ile düzenli güneşlenme önerilir. Derinin aşırı ve bir seferde güneşte yanması, D vitamini etksinin kaybolmasına ve deri kanseri riskinin

Pazartesi

Pankreas Nedir Pankreas Hastalıkları Pankreas Kanseri

Pankreas karın boşluğunun üst tarafında ve bel omurlarının önkısmında yerleşik bir organdır. Salgılarıyla sindirm fonksiyonunayardımcı olur vekan şekerini düzenler. Karın boşluğunun üst kısmında arka duvara dayalı olarak bulunan, hem iç hem de dış salgıları olan bir gudde organı.

Pankreasın büyük kısmı, hazım için çok önemli olan salgıları hazırlayan alveoler bez dokusundan yapılmıştır. Pankreasın bu kısımlarında yapılan dış salgısı, bir kanal aracılığıyla oniki parmak barsağına akıtılır. “Succus Pancreaticus” veya“pankreas özsuyu” adı verilen bu salgı sindirim işinde rol oynayan tripsin, lipaz ve amilaz adlı fermentleri ihtivâ eder.

Bu enzimlerin etkisi sâyesinde pankreas salgısı her üç grup gıdâ maddeleri, yâni yağ, protein ve karbonhidratların hazmında önemli bir işi yerine getirir. Pankreasın, iç, yâni kana olan salgısına gelince bu salgı, pankreas içinde bulunan ve Langerhans adacıkları denilen küçük kapalı bezler tarafından yapılır.

İnsülin ve glukagon adını alan hormonları, kan şekerinin ayarlanmasında iş görürler. Pankreas şekil bakımından bir çekice benzetilebilir. Ağırlığı 70-100 gram arasında ve rengi kırmızımtraktır. Ortalama 15 cm uzunluğunda olup, baş, gövde ve kuyruk kısımları vardır.

Başı oniki parmak barsağının açıklığına uyar ve sağdadır. Gövdesi, enine uzanıp aortu, sol böbreküstü bezini, sol böbreği, böbrek atar ve toplardamarlarını çaprazlar. Gövdesinin devamı olan ve en ince kısmı olan kuyruk kısmı dalağa kadar uzanır. Pankreasın kanı, dalak, karaciğer ve üst mesenten damarlarından gelmektedir. İki boşaltıcı kanalı vardır.

Büyük olanı Wirsung kanalıdır, gövdesini boydan boya kateden bu kanal, bezin çeşitli parçacıklarından gelen salgıları toparlayıp, oniki parmak barsağına açıldığı yere akıtır. Genellikle buraya açılmadan önce safra kanalıyla birleşir ve öyle açılır. Santorini kanalı ise, Wirsung kanalının üst tarafından oniki parmak barsağına açılan bir diğer dış salgı kanalıdır.

Pankreas hastalıkları:
Pankreas hastalıklarının teşhisi belirtilerinin çeşitliliği, silikliği ve diğer hastalıklara benzemesi dolayısıyla oldukça zordur. Pankreastan gelen ağrının diğer karın içi organların ağrılarıyla karışması sık görülen bir durumdur.

Had pankreatit: Pankreasın akut iltihabıdır. Batı ülkelerinde hastalığa sebep olan en önemli faktörler, safra kesesi hastalıkları, aşırı alkol alınması, sürekli alkol kullanımıdır.

Gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde ise bunların yanında dengesiz beslenme de diğer bir faktör olarak ortaya çıkar. Bu hastalarda çoğu defâ alkol alınmasını veya ağır bir yemeği tâkiben kriz başlar. Hastalar âni başlayan şiddetli bir karın ağrısından şikâyet ederler. Aşırı bitkinlik ve huzursuzluk olur.

Vak’aların büyük bölümünde tansiyon düşmesi, çarpıntı, % 15’inde şok meydana gelir. Hastalık ağır ve öldürücüdür. Akciğer ödemi, dolaşım şoku, kan zehirlenmesi, iç kanama gibi ağır tablolara yol açabilir. Tedâvisinde asıl olan, şokla yapılacak olan mücâdeledir.

Müzmin pankreatit: Pankreasın müzmin ve ilerleyici olarak iltihaplanmasıdır. Sebepleri arasında yine alkolizm ön plândadır. Yetersiz beslenme daha sonra gelir. En önemli belirtisi ağrıdır. İltihabî durum devam ettikçe pankreas harap olur ve fonksiyonlarında yetmezlik ortaya çıkar.

Bu sebeple hazım bozulur, kilo kaybı olur, ilerleyince şeker hastalığı görülür. Tedâvisinde ağrı kesiciler verilir. Yetmezlik belirtileri için ağızdan pankreas enzimleri muhtevalı preparatlar kullanılarak, hasta rahatlatılmaya çalışılır.

Pankreas kanseri: Kırk yaş üzerinde özellikle erkeklerde görülen bir hastalıktır. Belirtileri arasında şiddetli ağrı, aşırı kilo kaybı ve ilerleyici sarılık üçlüsü ile kendini belli eder. Kanser, pankreasın baş kısmını tutmuşsa cerrâhî müdâhale ile çıkarılabilir. Geleceği iyi olmayan bir hastalıktır ve hastalar beş sene içinde kaybedilebilirler.

Mide ve Sindirim Sistemi Hastalıkları

Helicobakter adlı bir bakterinin, ağrı kesici ilaçların, hatalı beslenme alışkanlıklarının bu hastalıkların ortaya çıkışında önemli rol oynadığı düşünülüyor.
Mide bağırsak hastalıklarıyla ilgili şikayetler hastanelere en önemli başvuru nedenleri arasında. Şişli Etfal Hastanesi Gastroenteroloji Kliniği’nden Doç.Dr. Levent Erdem, öncelikle gastrit, nedenleri. görülme sıklığıkonusunda bilgiler verdi: “Son yıllarda görülme sıklığında bir artıştan söz etmek mümkün. Özellikle bağırsak hastalıklarında artış daha çok söz konusu. Bunun nedeni de özellikle gelişmiş ülkelerdeki diyet alışkanlıklarından. Lifsiz gıdalarla beslenme nedeniyle bağırsak hastalıklarında artış var. Mide hastalıkları yönünden baktığımızda ise helicobacter adlı bakterinin son 20 yılda keşfedilmiş olması ve onun mide
hastalıklarındaki öneminin anlaşılması. Ayrıca tüm dünyada önemli bir problem olan ağrı kesici ilaçların kullanımının artması. Yaşamın uzamasıyla bu ilaçları kullanan insan sayısının artması nedeniyle bu problemlerde bir artış var diyebiliriz.

GASTRİT
Doç.Dr. Erdem, gastrit konusunda ise şunları söyledi: “Gastrit, kısaca mideyi koruyan mukozanın iltihaplanması olayı. Gastrit ve ülseri anlatmadan önce mideyi koruyan ve saldıran faktörleri bilmek lazım. Çünkü ikisinin de aslında tanımlanması orada saklı. Çünkü midenin bir mukus salgısı var, bir hücre yapısı var, kendini koruyan bir hücre yapısı... Bir takım somotostatin, prostogiraldin denen, mideyi koruyan faktörler var. Bunlar bir takım hormonlar ve yağ asitleri. Bu koruyan faktörlerle mide aslında gıdaları sindiriyor. Mesela eti sindiren mide de bu asit salgısına rağmen kendinde normalde bir şey olmuyor. Ama bir yandan da bu koruyucu faktörlerin yanında mideye ve sindirim sistemine saldırabilen faktörler. Bunlar asit salgısının artması. Onun dışında helicobakter denilen bakteri ve ağrı kesici ilaçlar. İşte gastritle ülser olayındaki oluşma burada saklı. Siz, eğer bu koruyucu faktörleri bozarsanız, saldırgan faktörleri arttırırsanız hastalıklar başlıyor. Öncelikle iltihap, gastrit olayı başlayabiliyor. Bazen de ülser olabiliyor.”
Doç.Dr. Erdem, şöyle devam etti: “Bu tabi kişinin genetik yapısı ve bulunduğu çevresel koşullar, stres faktörüyle birleşip hangi hastalık tablosunun karşımıza çıkacağı ortaya çıkıyor. Yani, kişisel özelliklerle beraber, bu salgırgan ve koruyucu faktörler arasındaki denge bozuluyor. Ve ona göre hastalıklar çıkabiliyor. Öncelikle gastritten bahsedelim. Gastrit, hakikaten bizim toplumda insanlara sorsanız 10 kişiden 6’sının, 7’sinin hatta yarısının veya daha fazlasının gastritim var dediğini duyarız. Hakikaten bunların önemli bir kısmı da gastrit olabilir ama bir şeyi vurgulamak lazım. Gastrit tanısı patolojik bir tanımdır. Yani, midede parça alınıp, mikroskop altında incelenip verilen bir tanıdır. Yoksa her gastrit demenin gastrit olmadığını bunların önemli bir kısmı da kötü sindirim olayı. Yani, midede rahatsızlık hissi olabilir, yemeklerden sonra dolgunluk hissi olabilir. Yanmalar olabilir, gaz hissi olabilir, şişkinlik hissi olabilir. Zaman zaman ağıza acı su gelmesi, özellikle mideyle yemek boru arasındaki kapak fonksiyonu da bozuksa, buna ilave olabilir. Bütün bunların nedeni bir gastrit de olabilir, bir ülser de olabilir. Hatta bir kanserin başlangıcı bile olabilir. Bu ancak tetkiklerle adı konulabilen bir şey... Sadece muayeneyle tanısı konulabilecek bir kavram değil.”

ÜLSER
Ülser hastalığı ile bilgiler veren Doç.Dr. Erdem, “20. yüzyıl ülser konusunda, özellikle son 30 yılı, çok önemli gelişmeler oldu” diyerek devam etti: “Bu önemli gelişmeler de ülser hastalığının tedavisinde bize çok büyük silahlar verdi. Ülser, biraz önce bahsettiğim şikayetlerde, bir ülser hastasında genelde klasik şeklinde, günümüzde artık klasik şekilleri çok göremiyoruz, çok değişik ilaçlar kullanılıyor. Ama klasik şeklinde biraz önce bahsettiğim dispepsi dediğimiz şikayetlere ağrı ilave olur. Ağrı, özellikle epigastrium dediğimiz karnın iç orta bölgesindedir. Ve bu ağrı atakları açlıkla olabilir. Bazen yemekten kısa süre sonra olabilir, mide veya onikiparmak bağırsağında ülserin olmasına göre. Ve bu ağrı gece uykudan uyandırır. Bu bizim için çok önemli. Uykudan uyandıran bir ağrı ve dispepsi dediğimiz o şikayetlerle beraber varsa, ülseri de çok düşünmemiz lazım. Ülser için son 30 yılda çok önemli gelişmeler olduğunu söyledim. Belki 21. yüzyıl ülserin ortadan kaldırılacağı yüzyıl da olabilir.”

HELİCOBAKTERİ
Helicobakter olayını, şikayetlerle birebir bağlamamak gerektiğini belirten Doç.Dr. Erdem, Bu yanlış bir inanış. Yani, helicobakteri ortadan kaldırdım, benim şikayetlerim ortadan kalkmadı. Helicobakter, örneğin bir ülser hastasında bu bakteri varsa, biz, bu bakteriyi mutlak ortadan kaldırıyoruz. Neden kaldırıyoruz? Bir, ülserin tedavisine katkısı var. İki, ülserin tekrarlamasını önlüyoruz. Ama bu hastamızın şikayetleri, şu anlama gelmiyor. Helicobakteri var, onun için mide şikayetleri var. Hayır... Yani, bizim fonksiyonel dispepsi dediğimiz bir grup var. Bunlarda helicobakteri tedavi edip etmeme hususu bile tartışmalı. Onun için öncelikle bu helicobakterin olması dışında, hastamızda problem nedir, ne tesbit edilmiş. Yani, ülser mi var, gastrit mi var. Helicobakter tedavi edilince şikayetler ortadan kalkacak diye birebir ilişki yok. Ama altında yatan hastalık bilinirse, belki hastamızın nonülser dispepsi dediğimiz bir şikayeti var. O dispepsiyi azaltacak ilaçlarla beraber...
Doç.Dr. Erdem, şöyle devam etti: “Diyet konusu çok tartışmalı bir konu. Çünkü diyet konusunda şunu kullanmayın, şunu alın yönünde yapılan çalışmalarda bilimsel veri olarak aslında bugüne kadar kabul edilen en önemli şey sigara. Hastamız sigara kullanıyorsa, bırakacak. Bu arada acı, ekşi gıdalara karşı kendisinin tesbit ettiği bir problem varsa, bunları azaltacak. Ama helicobakter artı belirtilerle birebir ilişki yok.”
Helicobakterinin yaygınlığı ile ilgili olarak ise Doç.Dr. Erdem, şu bilgileri verdi: “Türkiye ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için çok önemli bir bakteri. Bir kere önemini vurgulamak için şunu söylemek lazım. 1994’te Dünya Sağlık Örgütü, helicobakteri birinci derecede kanserojen ilan etti. Yani, kansere neden olan bir faktör. Ve bizim için önemini, bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için önemi, toplumumuzda sık bulunuyor, helicobakter. Bizim yaptığımız çalışmalar ve ülkemizdeki değişik grupların yaptığı çalışmalarda, helicobakterle ilgili hiçbir şikayeti olmayan insanlarda bile, bizde yüzde 78 pozitif. Batıyla karşılaştırıcı bir rakam vereyim. Örneğin batıda, gençlerde ve çocuklarda oran yüzde 10, yüzde 20. Bizim toplumumuzda yüzde 50. Hele 50 yaşın üstünde batıda gelişmiş toplumlarda rakam yüzde 50’lilere çıkıyor. Bizlerde yüzde 80’lere, 90’lara çıkıyor. Onun için helicobakter pilori, ülke hijyen şartları sanitasyon şartlarından kaynaklanan nedenlerle yüksek oranda pozitif. Bu neden önemli. Mesela batıda 50 yaşın üstünde insanların yarısında gastrit olduğu söyleniyor. Bizde daha genç gastritler görme ihtimalimiz var. Çünkü bizde genç popülasyonda helicobakter pilori var. Gastrit de helicobakterin rolü ortaya konuldu. Önemli bir grup gastrit, helicobakter pilorinin rolü var. O bakımdan ülkemizde helicobakter olayı önemli bir faktör. Ve üst sindirim sistemi hastalıklarında önemli bir yeri var.”

GENETİK İLİŞKİ
Mide ve bağırsak hastalıklarında genetik yapının önemi olduğunu belirten Doç.Dr. Erdem, konuyla ilgili olarak devam etti: “Tek neden değil ama o faktörler içinde genetik yapının da bu hastalıklara uygun olması gerekiyor. Ailesinde bu tip şikayetlerin olması, hakikaten sindirim sistemiyle ilgili bir problemin olabileceğini düşündürür.”
Sigara konusunada değinen Doç.Dr. Erdem, konuyla ilgili olarak söyle devam etti: “Ailede bu ülser hikayesi fazlaysa, onlarda daha küçük bireyler helicobakteri pozitif tesbit ediyoruz. Bir de sigara. Şimdi, ülserde aile içerisinde önemini vurguladık, helicobakterin önemini vurguladık. Bir de yapılan çalışmalar göstermiş ki, sigara ülserin tedavisini güçleştiren, ülser oluşumuna katkısı olan bir faktör. Öncelikle sigarayı bırakmakda yarar var. Bir takım günlük tedavilerle geçiştirirse, bu kadar risk faktörü olduğu için umulmadık bir anda ülserin komplikasyonları dediğimiz kanama ve delinme gibi problemlerle hasta karşımıza gelebilir.”

SOĞUK ALGINLIĞIYLA İLİŞKİSİ
Doç.Dr. Erdem, “soğuk algınlığıyla şöyle bir ilişki olabilir” diye başlayara k, şöyle devam etti: “Soğukalgınlığında bir takım ağrı kesici, aspirin ve benzeri ilaçlar kullanılıyor olabilir. Zeminde eğer sindirim sistemiyle ilgili bir problem varsa, bu problemleri gizli olan hastalığı, kullanılır ilaçlar ortaya çıkarıyor olabilir. Böyle bir ilişki olabilir. Bazı virütik olaylarda genel olarak bütün mukozalar etkilendiği gibi, sindirim sistemi mukozası etkilenebilir. Ve mukozanın olduğu her yerde bir takım şikayetler olabilir. O da etkileyebilir, böyle bir ilişki de olabilir.”

HATALI İLAÇ KULLANIMI
Hatalı ilaç kullanımının sadece Türkiye’ye has bir problem olmadığını, Amerika’da marketlerden alınabildiğini belirten Doç.Dr. Erdem, şunları açıkladı: ” Genel olarak dünyanın bir problemi bu. Ama ülkemizde de büyük bir problem. Şimdi bir kere iki konuyu iyi ayırdetmek lazım. Aspirin, ağrı kesici ilaçlar bir takım hastalıklarda gerekli olduğu için var. Mesela aspirinin son yıllarda özellikle kan pıhtılaşmasına engelleyici etkisinden dolayı kalp hastalarında da yaygın kullanılıyor. Şimdi, burada bizim söylediğimiz şu. Bu ilaçları gereksiz kullanmayalım. Bir soğuk algınlığı var, başım ağrıdı. Hemen bu tip ağrı kesici kullanıp, rahatlama yolu, bizim yolumuzda. Hatta birbirine verir insanlar. Bu yanlış... Bir kere gereksiz kullanmayacağız. İki, bu ilaçları dediğim nedenlerle kullanmamız gerekiyor. O zaman daha önce bir ülsek hikayemiz var, daha önce geçirdiğimiz kanama şikayeti varsa. Veya zaman zaman ekşime, yanma şikayetlerimiz varsa.... Ve böyle bir ilacı da kullanmamız gerekiyorsa, bunu mutlaka bir uzmana danışarak kullanacaksınız. Bu çok önemli.”

İNVAZİF OLMAYAN YÖNTEMLER
Hiçbir şikayeti olmayan hastada helicobakterin tespiti ile ilgili olarak ise “tüm dünya bunu tartışıyor diyen” Doç.Dr. Erdem, devam ediyor, “İnvazif dediğimiz bir takım girişimle yapılan tetkik yöntemleri var. Bir de invazif olmayan yöntemler var. Şimdi hiçbir şikayeti olmayan kişide helicobakter piloriyi tarıyalım mı? Dünya bunu tartışıyor. Maliyet olarak bunun ekonomik olmadığı düşünülüyor. Ancak ailede kanser hikayesi varsa, bu taramayı mutlaka yapmak lazım. Şimdi invazif olmayan yöntem nedir? Kanda antikor tespit edililiyor, helicobaktere karşı kanda bir taraması var. Ama hiçbir şikayeti yok, hiçbir risk faktörü yok, ben gittim kanda baktırdım, helicobakterim pozitif, o zaman bu mikrobu tedavi ederim fikri şu anda dünyada kabul edilen bir fikir değil. Çünkü siz eğer o bakterinin, hastalık yapan, çünkü suçları var, hastalık yapmayan suçları var. Onun için sadece kanda tesbit edilip, tedavi edilmesi henüz kabul edilmiş bir fikir değil.”
Doç.Dr. Erdem, devam ediyor, “Onun dışında siz, ilaçlarla ortadan kaldırsanız bile bakteriyi, kandaki tetkiklerde bir yıl pozitif kalabiliyor. Bu yöntem onun için bir tarama testi olarak, toplumda ne kadar var diye yapılabilir. Son yıllarda ülkemizde de başladı; dışkıda helicibakter antijenini tayin edebiliyoruz. Bunu özellikle tedavi ettiğimiz hastalarda tekrar tekrar endoskopi yapmamak için. Örneğin ülser tespit ettik endoskopide, sonra bunun helicobakterini tespit ettik, tedavi ettik. Daha sonra bir daha endoskopiyle hastamızı yormamak için dışkıda tahliller yapılabilir. Nefes testi var. Ülkemizde henüz yaygınlaşmadı. Üreli radyoaktif maddeler verilerek, bunun solunum havasında, karbondioksite dönüştürmesi ve nefesle bunun tespit edilmesine dayanan... Bu da noninzavif testi... Onun dışında bizim hastalıkla beraber olan kişilerde ise tetkiklerinde endoskopik tetkik altın standarttır. Ve tabi ki patolojik tetkik.”

İNCE BAĞIRSAK TIKANIKLIĞI
İnce bağırsaktaki tıkanma ile ilgili olarak ise Doç.Dr. Erdem, şu bilgileri verdi: “İnce bağırsak tıkanıklığının alarm bulguları endoskopide ile tesbit edilir. Gıda tortusunun olması, daha geride ince bağırsak düzeyinde bir tıkanmayı yapan nedeni düşündürebilir. Bunun değişik nedenleri var. Oradaki yapışıklıklara bağlı olabilir, bir tümöre bağlı olabilir. Bu yapışıklığın nedenine göre bunun tekrarlayıp tekrarlamayacağını söylemek mümkün. Yalnız burada yeri gelmişken, saptanan ülserlerde genel olarak, şimdi 12 parmak bağırsağında ülser saptadığınız zaman yüzde 90-95 helicobakterle alakalı. Ama midede ülser saptanırsa farklı bir olay. Yüzde 75-80 belki helicobakterle ilgili olabilir ama kullanılan ağrı kesici ilaçlara bağlı olabileceği gibi, bazen midedeki ülserlerin altında kanser hastalığı olabilir. Onda başka bir neden var. Midede ülser tespit edildiği zaman mutlaka biyopsi alırız. Bu, hakikaten mide ülseri mi, yoksa bu ülserin altında başka bir şey var mı? Ülser görünümlü bir tümör olmasın.”

TESBİTİ
“Günümüzde mide hastalıklarında en önemli tespit yöntemi; şimdi radyoloji vardı ama radyoloji son yıllarda bize yeteri kadar yardımcı olmuyor” diyen Doç.Dr. Erdem, şöyle devam etti: “Çünkü endoskopi denen yöntemle, ucunda kamera bulunan bir aletle, ağızdan girilerek, yemek borusu, mide ve 12 parmak bağırsağı incelenebiliyor. Kesin tanı yüzde 100’e yakın konulabilir. Bu tabi yapan kişinin deneyimiyle de alakalı ama ciddi ellerde yüzde 100’e yakın teşhis konulabilir. Çünkü aynı zamanda sadece görmek değil, midenin içini giriyoruz, ilerliyoruz. Biyopsi de alabiliyoruz çünkü bu tetkik sırasında... Mesela gerektiğinde, tetkik sırasında, bir kanama varsa, örneğin ülserin en önemli komplikasyonlarından biri de kanama. O kanamayı anında kanayan damarın etrafına uygun ilaçları vererek dondurabiliyoruz, kanamayı durdurabiliyoruz. Bu da komplikasyonlarda bile cerrahiye gerek kalmama imkanını bize yaratıyor. Çok önemli gelişmeler tabi, son yüzyılın son çeyreğinde, son 30 yılında olan çok önemli gelişmeler.”

İLAÇLAR
Hangi tip ilaçların kullanıldığı konusunda ise Doç.Dr. Erdem, “bir kere ülser tedavisiyle ülser olmayan tedavisi diye ayırdetmek lazım” diyerek başlıyor ve konuyla ilgili olarak şöyle devam ediyor: “Şimdi, ülser varsa ve helicobakter pilori denen bakteriyi de tespit etmişseniz. Bir de yanlış bir inanış var. Antibiyotik alıyorum, ülserim geçmiyor. Bu öyle bir şey değil. Antibiyotik burada takımda rol alan ilaçlar. Asiti azaltan çok güçlü ilaçlar var. Bunların yanına iki antibiyotik koyara k tedavi ediyoruz ülseri. Bu antibiyotikler bir hafta veya 14 gün asiti azaltan ilaçlarla kullanılıyor. Daha sonra 4-6 hafta dahi asit çözücü ilacımıza devam ediyoruz. Bu tedavinin iki amacı var. Bir, ülseri tedavi etmek. İki, ülserin tekrarlamasını önlemektir. Mesela, Türkiye’de çalışmalarımızda da gösterdik. Değişik çalışmaları da var. Hasta ülser nedeniyle kanıyor. Fakat bakteri tedavisi yapılmıyor. Ve bir süre sonra tekrar oluyor kanaması. Halbuki bakteriyi ortadan kaldırdığınızda bu kanama riskini yüzde 2’lere 3’lere indiriyorsunuz. Ama bakteriyi kaldırmazsanız, yüzde 50-60’larda tekrar kanama riskiniz var. Çok önemli bir husus. Doç.Dr. Erdem, devam ediyor: “Onun dışında ülser değilse, gastritse, burada kişinin diyet alışkanlıklarını, kendisine zararlı olan gıdaları, kişiye göre değişebiliyor bu, uzaklaştırmak. Onun dışında gastrit için anti asit tedavileri kullanmak lazım. Yalnız, gastriti burada çok iyi vurgulamak lazım. Gastrit sadece midenin iltihabı denen masum bir olay değil. Çünkü bu midenin iltihabı olarak başlayıp, zaman içinde asit salgılayan verilerin ortadan kaybolmasıyla o zeminde atrofi gelişiyor. Gerileme ve daha sonra bağırsak epitaline dönüşme dediğimiz durum ve ondan sonra kansere giden bir süreç var. Bu hastaların takip edilmesi lazım. Çünkü ailesinde mide kanseri olan kişilerde yapılan çalışmalarda atrofit gastrit oranı olmayan kişilere 20 kat fazla tespit edilmiş.”

Perşembe

Doğru Beslenerek Meme Kanseri Riskini Azaltın

Beslenme, bilinçli beslenme, çavdar ekmeği, değişik pişirme yöntemleri, doğru beslenme, döner, ekmek tüketimi, ekmek tüketirken, kanserojen maddeler, kepekli ekmek, kızartmalar, meme kanseri, meme kanseri riski, Omega-3 yağ asitleri, Omega-6 yağ asitleri, örnek diyet, sağlıklı beslenme, soya, soya yağı, tatlılar, Türk mutfağı, yağlılar..

Meme kanserinden korunmanın en etkili yollarından biri de bilinçli ve sağlıklı beslenme. Türk mutfağının vazgeçilmez tatlarının hangi sağlık sorunlarına yol açtığını biliyor musunuz?


Günümüzde 8 kadından 1′inde görülen meme kanserinden korunmada en büyük görev yine kadınlara düşüyor.

Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gizem Keservuran; kadınlarda en sık görülen kanser tipi olan meme kanserinde beslenmenin önemiyle ilgili sorularımızı yanıtladı.

Meme kanseri ve beslenme arasında nasıl bir ilişki vardır?

Yağda kızartılmış, tütsülenmiş besinler, yağlı tüm hayvansal besinler, yağlı şarküteri ürünleri, tereyağı, tuzlanmış ve salamura yapılmış besinler ve doğrudan ateşte pişmiş besinler örneğin döner kanserojen bileşenleri daha fazla barındırmaları bakımından risk oluştururlar. Bu tür besinler, vücutta dokularla negatif etkileşime girerek, dokunun doğal yapısını tahrip eder ve kanser riskini arttırabilir. Kanser hücreleri aynı zamanda sağlıklı-normal hücrelere ait besin öğelerini kullanır ve yararlı hücrelerin çoğalmasını da engeller. Yüksek miktarda pestisit (tarım ilacı kalıntıları) ve yapay kimyasalların alımı da diyetle ilgili kanser riskini arttıran faktörlerdendir.

Doğru beslenme ile meme kanseri engellenebilir mi?

Meme kanserinin ortaya çıkışını tetikleyici faktörler arasında; yanlış beslenmenin yanında yaş, genetik miras, doğum yapma yaşı, östrojen hormonal tedavisi, alkol tüketimi ve sigara yer almaktadır. Dolayısıyla doğru beslenme ile meme kanserini engellemek değil, meme kanserinden korunabiliriz.

Kansere yol açan kötü beslenme alışkanlıları hakkında bilgi verebilir misiniz?

Beyaz un, beyaz şeker ve tuz içeriği yüksek gıdalarla beslenmek; yani beyaz ekmek tüketmek, hamur işlerinin (açma, poğaça, kek, börek, kurabiye) fazla tüketimi, fast food tarzı beslenme, yağda kızartmaları fazla tüketmek, diyetteki posa içeriğinin düşük olması yani meyve – sebze – kurubaklagil yemeklerinin tüketiminin azlığı, hazır gıdaların (hazır meyve suları, karbonatlı içecekler vb.) abur cubur diye adlandırdığımız paketli ürünlerin fazla tüketimi, çikolata, kahve, mevsim dışı sebze meyve tüketimi, sosis, salam, sucuk gibi şarküteri ürünlerinin tüketimi, yüksek ateşte ızgara edilmiş et grubu besinlerin sık tüketimi (kırmızı et, tavuk, balık, hindi eti ) küflenmiş besinler (örneğin rokfor peyniri), fazla alkol tüketimi, kansere davetiye çıkaran gıdalardır. Bu gıdaları içeren beslenme alışkanlıklarından hızlı bir şekilde uzaklaşmalı, doğala yönelmeli ve doğru besinleri tercih etmeliyiz.

Kimyon da meme kanserinden koruyor

Meme kanserini engelleyici yiyecekler nelerdir?

Brokoli, karnabahar, kırmızı / beyaz lahana, semizotu, yeşil çay, çekirdekli siyah üzüm (çekirdeklerini de çiğneyerek tüketildiğinde), soya, keten tohumu, zeytinyağı, tam tahıllı gıdalar ve kimyon meme kanserinden korunmada en etkin gıdalardır. Ayrıca antioksidan içeriği yüksek olan kızılcık, kuşburnu, ahududu, böğürtlen, yaban mersini, pırasa, kuru soğan ve küçük köy elmasının içinde bulunan etken maddeler sayesinde kansere karşı koruyucu etkisi olduğu araştırmalarla kanıtlanmıştır. Ahududu, çilek ve böğürtlen mevsiminde bol bol yenebilir, yapraklarından çay yapılabilir. Meme kanserinde nar suyu çok faydalıdır; kabuğunda ve çekirdeğinde de zengin etken maddeler vardır. Ayrıca meyve ve sebzeler mevsiminde tüketilmeli. Meyveler posasıyla yenmeli. E vitamini için selenyum açısından zengin ananas, yoğurt, enginar, brokoli, karnabahar, kırmızı ve beyaz lahana ve semizotu bolca tüketilmeli; bunlar memedeki ödemi alır.

Hangi besinleri tüketmek tehlikelidir?

Yağda kızarmış besinleri (patates kızartması, biber, patlıcan kızartması), sosis, salam, sucuk, beyaz un, beyaz şeker ve esmer şeker ile yapılmış tüm gıdalar, konserveler, hazır market ürünleri, paketli gıdalar, şekerli yiyecek ve içecekler, margarin ve tereyağı, abur cubur, fast food diye adlandırdığımız gıdaların tüketimi, mayonez ve yağlı sosların tüketimi tehlikelidir.

Kızartmadan kaçının!

Kızartmaların meme kanseri üzerinde nasıl bir etkisi vardır?

Değişik pişirme yöntemleri, yiyeceklerde bazı kimyasal bileşikler oluşturmakta, bunlar da vücutta doku harabiyetine neden olmaktadır. 5 dakika kızartma, 35 dakika ızgara ve 48 saat kaynatma dana etinde kanserojen öğelerin açığa çıkmasına neden olur. Özellikle protein içeriği yüksek besinleri kızartma ve tütsüleme yöntemi ile pişirmeden kaçınmalıyız. Yüksek ısıda protein içeriği yüksek gıdalarda kanserojen ajanlar açığa çıkmaktadır. Bu da hem meme kanseri için, hem de diğer kanser türleri için tehlike oluşturmaktadır.

Ekmek tüketirken kepekli, çavdar vs. hangisini tüketmek gerekir?

Her zaman vitamin – mineral içeriği tam ve zengin olan, en az öğütülmüş tam buğday ekmeği, çavdar ve yulaf ekmeği tüketilmeli. Tam buğday ekmeği; B kompleks vitaminleri, Omega-3 ve Omega-6 yağ asitlerinden ayrıca yine kanserden korunmada önemli yeri olan E vitamininden zengindir. Yulaf ekmeği kansere karşı koruyucu olan beta glukandan zengindir. Tam buğday, çavdar ve yulaf ekmeği, antioksaidan vitaminler açısından oldukça zengindir.

Meme kanseri teşhisi konulmuş bir hasta beslenmesinde nelere dikkat etmeli ? Neleri tüketmekten kaçınmalıdır?

Meme kanseri teşhisi konulmuş bir hasta koyu yeşilleri sofrasından eksik etmemeli, karnabahar, lahana, brokoli, beyaz/kırmızı lahana, havuç ve domatese (1 haziran – 15 eylül arası) mutfağında geniş bir yer ayırmalı. Soya-soya ürünleri ve keten tohumu, beyaz şeker, esmer şeker, un, şeker ilaveli yiyecekler, pastane ürünleri (açma, poğaça, börek, kek ) katkı maddeli / hazır gıdalardan uzak durmalı, “taş devri diyeti uygulamalı” yani doğal beslenmeye yönelmelidir.

Teşhisten sonra soyadan uzak durun

Bazı araştırmalar meme kanseri için soyanın önemli olduğunu söylerken bazıları da soyanın tehlikeli olduğu yönünde. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?

Soya ve keten tohumu meme kanserinden korunmada önemli yere sahiptir. Fakat kişiye meme kanseri teşhisi konulduktan sonra soya ve ürünlerinden ve keten tohumundan uzak durulmalı.

Örnek diyet:

Kahvaltı: Tam buğday / çavdar / tahıllı ekmek + az yağlı beyaz peynir, keçi peyniri, çökelek, lor peyniri yanında bol mevsim yeşilliği (kilo problemi yoksa az miktarda zeytinyağı kullanılabilir), 1 tam ceviz içi ve katı yumurta beyazı (tam yumurta haftada 2-3 gün tüketilebilir) yanında şekersiz yeşil çay

Ara öğün: 1 bardak havuç suyu veya domates suyu ve mevsim meyveleri veya ev yoğurdu, ayran

Öğle-Akşam Yemeği: Fırın balık (hamsi – istavrit-çinekop-ithal somon) / hindi eti ve mevsim yeşilliklerinden oluşan içinde havuç rendesi bulunan salata yanında zeytinyağlı sebze yemeği (brokoli, kabak, pırasa) ve tam buğday ekmeği veya kurubaklagil yemeği veya bulgur pilavı.

Not: Mutfakta sadece zeytinyağı kullanılmalı.